Ne diyordu Cemil Meriç, “İzm’ler idrakimize geçirilmiş deli gömlekleri.”
Demek ki idrakimizin elleri kolları arkadan bağlanmış, zihnimiz artık kontrol altında.
Peki, bu “izm” neyin nesidir?
Kavramları siyasallaştıran yani ideolojileştiren ek.
Türkçe karşılığı “-cilik, cülük, cılık” vb.dir.
Kömünden komünizm.
Liberalden liberalizm gibi
Tek başına “komün”, sözcüğü, ortaklaşma demektir. Komünizm ise, sınıf bilincine dayalı siyasal toplum ve onun iktidarı demektir. Aynı şekilde liberal sözcüğü tek başına özgürlük demektir. Sonuna “izm” gelince ideolojiye dönüşür ve bireysel özgürlüklere dayalı, piyasa ekonomisini savunan, devlet müdahalesine itiraz eden siyasi düşünce anlamına gelir.
Millet kavramına “-cilik” eklerseniz, milliyetçilik olur.
Millet, bir büyük toplumun adıdır. Milliyetçilik ise o büyük toplumu merkezine alan, siyasal ideolojidir.
Bütün bu açıklamalardan sonra nereye geleceğim?
Şuraya: İdeolojiler, inanç sistemleri, dinler ve onların zihnimizde oluşturduğu kalıp yargılar olmazsa olmazlarımızdır. Lakin belirli bir noktadan sonra, eğer akılcı olarak onları kontrol edemezsek, birileri buradan zihnimize girerek düşünce sistemimizi hem ele geçirebilir ve hem de hepimizi sürüye dönüştürüp yönetir. Onların elinde oyuncak oluruz. Sadece bununla kalsa iyi, çok sevdiğimiz değerleri kendi ellerimizle yok edebiliriz.
Kısaca merhum Cemil Meriç’in yerinde tespitiyle, ideolojiler, zihnimizi kontrol etmek için giydirilen deli gömlekleri gibi, düşünce sistemlerimizin elini kolunu bağlar ve biz, etkisiz elemana döneriz.
Tıpkı bilinçsizce, iyi yaptığını sanarak, en kıymetlisine zarar veren kimseler gibi.
İnsanlığın düştüğü bu hâle, “düşünce kontrol sistemi” yahut “Beyin kontrol sistemi” denir.
Hani diyorlar ya, “Türkiye’de seçimi Amerikalıların istediği adamlar kazandı” diye.
İşte anlatmak istediğim tam da bu.
Peki, Amerikalılar kıtalar ötesinden bunu nasıl yapıyor?
Beyin kontrol sistemleri vasıtasıyla.
İnanç yapıları üzerinden.
Din, ideoloji, kültürel tutum ve aidiyetler üzerinden.
Bunun adına “Sosyal psikoloji” yahut onun bir içeriği olan “Toplum Mühendisliği” deniliyor.
Size bir soru soracağım.
Herhangi bir dönemde herhangi bir peygamber, bugün doğru dediklerine, birkaç yıl sonra tam tersi ile yanlış dese idi, ona ne kadar inanır ve güvenirdiniz?
Mesela Karl Marks, birkaç yıl evvel yazdıklarını ve söylediklerini, sonra yazdığı ikinci kitapta öncekini yok sayarak tersini yazıp söylese idi taraftarları ona ne kadar bağlılık gösterirdi?
Demek ki neymiş?
Peygamberler, ideoloji liderleri, düşünce adamları, bilgeler tutarsız olmayacakmış.
Olursa?
İşte bu “tutarlık” meselenin en kritik noktası. Orası bir ölçüt. İnanç sistemlerinin, ideolojilerin kitabına uygun ilerleyip ilerlemediğini buradan anlayacağız.
Toplum mühendisleri, üzerimizde bir yönlendirme yapacaklarsa, mesela satranç tahtasında file bir hamle yaptırıp, veziri yerinden oynatmamıza sebep olacak ve sonrasında şah çekecekse, önce bunu zihninde kurması lazımdır.
Öyle ise milliyetçileri nasıl yönlendirecek? Hangi hamleyi yaparsam, onlar şu adımı atar, diye düşünecek.
Başka?
Dindarları yahut muhafazakârları, hangi öfkelendirecek hamle ile (mesela) AKP’ye yönlendiririm diye soracak.
Türk toplumunda iki önemli siyasal damar var. Bu ikisi ötekilerden daha önemli. Siyasal çoğunluğun karşısına solu koydunuz mu geriye kalan büyük kitleyi bir kaldıracın, dev kaya parçasını yerinden oynattığı gibi istediğiniz yöne kaydırabiliyorsunuz. Bütün mühendislik operasyonları bu iki damardan girilerek gerçekleştiriliyor.
Bu iki damardan biri milliyetçilik, diğeri muhafazakârlık yahut dindarlıktır.
Unutmayalım.
Bazen inançlarımız zaaflarımız olabilir.