Bir gazetecinin siyaset üzerine konuşmak ve yazmaktan hem de seçim sath-ı mailine girmişken bıkkınlık hissi yaşamasının sebepleri ile siyasetin içinde bulunduğu iklim aslında aşağı yukarı aynı şeydir. Bunu bütün ülke siyasetinin hep birlikte şikayet ettiği biçimi ile “Kamplaşma” olarak tanımlamak çok mümkün. Ama dikkat ederseniz bu tanımlamanın yapıldığı cümle kendi içinde çelişiyor. Bu çelişkinin bu satırların yazarı tarafından bilinçli olarak tercih edilmiş olmasında bir enteresanlık olmasa da, aynısını yapan siyasileri hep birden haklı bulan bir seçmen çoğunluğunun olması enteresan elbette.
Ben de siyaset üzerine yazmaktan her ne kadar sıkılmış olsam da şansımı bir kere daha deneyeyim dedim. Bunu yapabilmek için de biraz yöntem değiştirmeyi deneyeceğim ama yine de kendimden pek umudum yok açıkçası.
Bu yeni yöntemi somut olaylardan arındırmak istiyorum açıkçası ama o kararımdan da yazının bir yerlerinde vaz geçerek kendime karşı beslediğim umutsuzluğu haklı çıkarma riskim var. Ama bu durum kaçınılmaz hale geliyor bazen. Durumu aktarabilmek açısından somut olayların daha ikna edici olduğu bir gerçek olsa da tartışmalar da oralarda kamplaşmalara dönüyor. Neyse yine de bir kez daha deneyelim bakalım.
Mesela bu kamplaşmaları engellemek anlamında en çok kullanılan kalıplardan biri “Milletçe birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan şu günlerde”. O günlerin bir türlü bitmemesinin asıl sebebinin, çoğunlukla diğeri olduğunu düşündüğümüzden olduğunu anlıyoruz. Farkındayım biraz karışık bir cümle oldu, o sebeple konuyu biraz daha açayım. Bu veciz cümleyi o an kim kurmuşsa zaten ötekini suçlamak adına kuruyor çoğunlukla. Yani bu cümle bir hoş görü cümlesi kılığına girmiş olsa da aslında genel olarak bir suçlama cümlesi olduğu için o günlerden kurtulamıyoruz. Tamam birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımızın olduğu o günlerde birlik olalım kabul derseniz anlıyorsunuz zaten asıl amacı. Çünkü cümlede gizlenmiş birkaç kelime daha var aslında o kelimelerle de birlik ve beraberlik tanımı yapılmış ama cümlenin ilk halinde yok. Mesele üzerine konuştukça ortaya çıkıyor, cümleyi kuranın talep ettiği birlik ve beraberlik kesinlikle kendi bulunduğu yerde gerçekleştiğinde gerçekten birlik ve beraberlik olabiliyor. Farkındayım hala karışık, ama zaten kolay olsa mesele de olmaz.
Başka bir örnek üzerinden de deneyeyim bakalım bir de daha az karmaşık anlatma şansım olacak mı göreceğiz. Bir zamanlar İBDA-C diye bir örgüt ve onun bir yayın organı vardı. Benim yaşımdakiler ve benden öncekiler rahat hatırlar, gençler de internet sayesinde bulur zaten. O yayın organının adı Taraf idi. Derginin basılı nüshalarında TARAF başlığının üzerine “Taraf olmayan Bertaraf” olur şeklinde bir slogan vardı. Aslında bu slogan üzerinden anlatmak istediklerimin temelinde o örgüt yok ama örgütten bahsetmemin sebebi, artık olmaması. Yani aslında bertaraf olmuş olmaları. Yani dergideki önermenin asıl sahibi olan örgüt için bile gerçekleşmemiş olması.
Yeniden konumuza dönersek taraf olmanın kutsallaştırılmış bir tarafı olduğunun altını çizen bu ilk slogan değil belki ama benim hafızamda en eskilerden biri olarak duruyor. Ama neticede slogan, yani hangi tarafta olduğunuzla ilgili değil taraf olmanızla ilgili bir durum var. Mesele sloganı kimin kullandığına göre değişebilir ama sonuç değişmez. Yani Taraf olmak her kamp için zorunludur.
Ama bir başka cümlesinden bahsetmek üzere olduğum Cemil Meriç “Slogan! Ahmakların ideolojisi” der. Yani illa bir ideolojiye bağlanmak gerekse de bunu sloganlar üzerinden yapmanın pek de akıllıca olmadığını söyler. Ama kalabalıkların sloganlar vasıtasıyla hareket ettirildiği de tartışılmaz bir gerçektir.
Aynı Cemil Meriç, “İdeolojiler idraklerimize giydirilmiş deli gömlekleridir” de der. Aslında ben de dahil birçok kişi bu cümleye tam olarak katılmaz. Ama ideolojilerin sloganlara indirildiği kalabalıkların davranış biçimlerini görünce de Meriç’in bu tespitine gereği gibi itiraz edemeyiz. Karşımıza somut olaylar çıkar sonra. Kalabalıkların da bildiği ama sloganlarla üstünü kapatmaya çalıştığı somut olaylar.
Mesela “Ama siz de” diye bir savunma mekanizması var, bu mekanizma bana her duyduğumda “tencere dibin kara, senin ki benden kara” atasözünü hatırlatıyor. Herkes o an neye ihtiyaç duyuyorsa onu yapıyor, bununla ilgili eleştirirler de bir önceki yapılanlar hatırlatılarak bertaraf ediliyor. Yani aslında herkes neyin doğru neyin yanlış olduğunu biliyor ama konuya kimin yaptığı üzerinden bakmayı tercih ediyor.
Bütün bunları yüzlerine söylediğinizde de yine bir konjonktür devreye giriyor. Her kesim kendisinin iyi niyetli, ötekinin hain olduğundan emin. Taraf olmanın zorunluluğunun ağırlığı ile adil olmayı bile zaaf kabul ediyor. Bu adalet duygusunu kim içinde barındırırsa da bunu bir zaaf olarak ve kaybetme ihtimali olarak görüyor. Adaletin sadece yargıdan beklenmesi garip olsa da yargıdan dahi beklenmemesi çok daha garip elbette.
Evet bu iklimin başlangıçtaki müsebbibi iktidar. Ama bunları eleştirerek yol yürüyen muhalif taraf da bir bütün olarak aynı noktaya geldi. Çünkü kazanmanın yolunun bu olduğunu düşünüyoruz hep birlikte. Haklı da olabiliriz belki ama amacın ne olduğuna net karar vermemiz lazım. Hep birlikte ve devamlı kazanmak mı yoksa bir kesim olarak dönemsel bir kazanım mı?