Herhalde 21. yüzyıl tamamlanıp da, asrın felaketleri listesi sıralandığında, en başa ülkece yaşamakta olduğumuz deprem felaketi yazılacak. Doğa kaçınılmaz olarak kendi kuralları içinde hareket ediyor ve etmeye de devam edecek.
Hepimiz enkazlardan kurtulanları sevinç gözyaşları ile izledik. Umarız daha da izlemeye devam ederiz. Ancak saatler geçtikçe umutlarımızın tükendiği de bir gerçek…
Doğal olarak enkazlar temizlenirken klasik deprem sonrası suçlu arayışları da başlayacak. Hiç kuşkusuz birinci sıraya yıkılan binaların müteahhitleri konulacak, birkaç müteahhit yargılanacak ve felaketin faturası kesilmiş olacak.
Peki bu kadar basit mi?
1999 Gölcük depreminin ardından Türkiye’ye diğer aday ülkelerle eşit statüde adaylık verildiğinin açıklandığı 10/11 Aralık Helsinki Zirvesinin ardından, ülkece deprem acılarımız kısmen hafiflemiş, bütün kurumlarımız AB üyeliğine inanmış hummalı bir çalışma dönemine girilmişti. Türkiye’nin çok önemli sivil toplum örgütlerinden olan TMMOB bu çerçevede benden bir çalışma yapmamı, tam üyelik sürecinin Türk mimar ve mühendislerini nasıl etkileyeceğini araştırmamı istemişti.
Üzerinden çok yıl geçti, yazdıklarımın içeriğini tam olarak hatırlayamamakla birlikte iki saptama yapmıştım.
Birincisi mimarlık ve mühendislik mesleğinin AB hukuku çerçevesinde “hizmetler” başlığı altında düzenlendiği, dolayısı ile tam üyelik süreci ile birlikte bu meslek sahiplerine serbest dolaşım hakkının, işçilerden farklı bir statüde tanınacağıydı…
Köşe yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.