İsrail’in bölgemizde estirdiği dehşetli terör sürerken AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan öyle bir konuşma yaptı ki neredeyse küçük dilimi yutuyordum. TBMM’nin yeni yasama yılının açılışındaki konuşmasının bir bölümünde Erdoğan şunları söyledi:
“Vadedilmiş topraklar (arz-ı mev’ud) hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizmle Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır. Türkiye içindeki bazı İsrail dostlarının, bazı siyonist severlerin, gönüllü veya paralı siyonizm propagandası yapan aparatların anlamadığı işte budur.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süredir irticalen konuşmadığı, kürsüye çıktığı zamanlarda hep önünde duran prompterde yazılı metinleri okuduğunu biliyoruz. Son konuşmasının metnini kimin yazdığıyla ilgili bilgimiz yok. Ancak bu kişi her kimse, belli ki bazı noktaları ya göz ardı etmiş ya da cehaleti nedeniyle atlayıvermiş.
Mesele şu: Türkiye 1953’ten bu yana NATO müttefiki bir devlet. NATO’nun tüzüğünün üçüncü, dördüncü ve beşinci maddelerini birlikte okuyalım:
“Madde 3-Bu Antlaşma’nın amaçlarına daha etkin biçimde ulaşabilmek için taraflar tek tek ve ortaklaşa olarak sürekli ve etkin öz yardım ve karşılıklı yardımlarla silahlı bir çatışmaya karşı bireysel ve toplu direnme kapasitelerini koruyacaklar ve geliştireceklerdir.
“Madde 4- Taraflardan herhangi biri, taraflardan birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman tüm taraflar birlikte danışmalarda bulunacaklardır.
“Madde 5-Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden biri veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldırı olursa BM Yasası’nın 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleriyle birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan taraf ya da taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır. Böylesi herhangi bir saldırı ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal BM Güvenlik Konseyi’ne bildirilecektir. BM Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman bu önlemlere son verilecektir.”
Demek ki neymiş? Ola ki İsrail Türkiye’ye bir saldırı harekatına girişirse karşısında NATO’nun askeri gücünü bulurmuş. Böyle bir saldırıya tevessül etmek için İsrailli yöneticilerin akıl sağlıklarını yitirmiş olmaları gerekiyor.
Tamam, ortaya bir savaş tehlikesi iddiasını attınız. Ama bari bunu yaparken kendi kendinize, acaba bu inandırıcı olur mu, diye sorsaydınız. Bizde güzel bir deyim vardır. İçi boş sözler için,“Tirişkadan teyyare, selam söyle o yare,” derler.
Burada şunu da söylemek isterim. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı eğer böyle bir savaş tehdidi istibaratını Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan (MİT) aldıysa bunu derhal TBMM’yle paylaşmak, olağanüstü genel kurul çağırısı yapmakla yükümlüdür. Bir Cumhurbaşkanı, oturduğu makamın ağırlığı ve tarafsızlığına göre davranmalı, dedikodu niteliğinde kulaktan dolma haberlere itibar etmemelidir. Ama bizim Cumhurbaşkanımız kulağına kim ilginç söz söylerse onun peşinden gitmeyi seviyor. Kendi bileceği iş.
Erdoğan’ın konuşmasının bir de evveliyatı var. Geçenlerde, Beştepe’deki Saray’da Baş Danışman sıfatıyla oturan ama hiç kimsenin kaale almadığı “jöleli” zat çıktı,”İsrail Türkiye’ye savaş açacak,” dedi. Herkes güldü, geçti. Ardından, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, “İsrail’in hedeflerinden birisi de Türkiye,” diyerek“jöleli”nin görüşünü tekrarlayınca içime kurt düştü. İşin içinde mutlaka bir bit yeniği olmalıydı.
Erdoğan da eline verilen metinden aynı görüşleri tekrarlayınca durum kafamda netleşmeye başladı.
AKP artık siyaseten hızla destek kaybettiği için mutlaka bir şeyler yapılması, “yeni bir hikaye yazılması” gerekiyordu. İsrail’in bölgedeki saldırganlığı bulunmaz bir fırsattı. Ülke içinde savaş tehlikesi söylemiyle iktidarı sağlamlaştırmak, New York Belediye Başkanı Eric Adams’a, Türkiye’den verilen rüşvet davasını, yolsuzlukları, Sinan Ateş cinayetini, mafyaların devlet içinde cirit atmalarını, Suriye’ye yapılan müdahaleyi, ekonominin batağa saplanmasını unutturmaktı. Esas önemlisini ekleyeyim. İsrail düşmanlığını , Hamas destekçiliğini iç politika malzemesi yaparken İsrail’e hız kesmeden gemiciklerle ticareti devam ettirmek ne oluyor?
Şunu da hatırlatmakta yarar var: Türkiye gerek yüzölçümü gerekse de nüfusu bakımından çok büyük bir ülke. İsrail onun ancak onda biri kadar. Mesela 2024 verilerine göre Türkiye’nin nüfusu 85 milyon 372 bin kişi. Sadece İstanbul’un nüfusu 15 milyon 655 bin 924. Bir de İsrail’in nüfusuna bakalım. 9 milyon 345 bin 269. Milleti cahil, kendinizi çok bilgili sanabilirsiniz. Ama işte somut rakamlarla size cevap.
Tamam, kendi açınızdan, iktidarınızı kurtarmak için savaş tehlikesi söylemlerine sarılabilirsiniz. Tutun ki İsrail, hem nüfus hem yüzölçümü büyüklüğü orantısızlığına rağmen kışkırtmalara kapıldı. Ama tekrar ediyorum. Bu işin şakası yok. İsrail’in Türkiye’ye saldırısını kışkırtmaya çalışmak İsrail’le NATO’yu silahlı çatışmaya sokmak anlamına gelir. Beşinci maddeyi iyi okuyun. Amacınız Üçüncü Dünya Savaşı’na çanak mı tutmak? Bunları yazdım diye şimdi ben de “Siyonist sever” ya da “Siyonizmin gönüllü veya paralı aparatı” mı oluyorum?