Üretimi ihracata yönelik bir sanayici arkadaşımla konuşuyorum. Durumun ne kadar vahim olduğunu, kur üstüne baskı uygulandığı için Türk Lirası’nın aşırı değerlendiğini ve yurt dışından gelen talebin tamamen kesildiğini anlatıyor. Mutsuz…
Ekonomiden anlayan ama ekonomistlikten malum nedenlerle istifa ettiklerini söyleyen arkadaşlarımla konuşuyorum. “Gerçekten Türk Lirası aşırı değer mi kazandı? Benim mi haberim olmadı?” diye soruyorum. Sanayici arkadaşımı teyit ediyorlar. Peki bu koşullarda geçtiğimiz hafta çıkan, “sanayiciler hükümetten devalüasyon talep ettiler” haberinin gerçekçiliği var mı? sorusuna verdikleri kısa yanıt “yok” şeklinde.
Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ilan ettiği 14 Mayıs günü seçime gidilecek ise, kaçınılmaz olarak seçim ekonomisi uygulanmaya başlanmış ve bu yolda hızla ilerlenecektir arkadaşlarımın temel gerekçesi.
Öyle ya emeklilikte yaşa takılanların engellerinin kaldırılması, 3600 ek gösterge, asgari ücrete yapılan zam, memurları ve emeklileri tam tatmin etmemiş olsa da yapılan yüzde 30’luk artış ve büyük olasılıkla Mart ayında yapılacak yeni zam spekülasyonları, vergi afları, vs… Peki bütün bunlar nasıl karşılanır sorumuzun da iki cevabı ortaya çıkıyor. Ya Merkez Bankası para basar ya da daha sert vergi toplama yoluna gidilir ki; her ikisi de seçim öncesi yapılamaz. Para basmak en büyük dert olan enflasyonu azdırır, vergi yükünü artırmak seçim öncesi büyük oy kaybettirir.
Peki bu durumda ne yapılır sorumuza verilen cevapta belli. Dış kaynak bulmak gerekir. En can alıcı konu da dış kaynağın ne olabileceği noktasında düğümleniyor. Örneğin kara para bir kaynak olarak düşünülebilir mi? Uyuşturucu baronlarının ülkemizi, özellikle de İstanbul’u yeni yerleşim ve çatışma merkezi haline dönüştürdükleri konusunda ortaya çıkan haberlere bakarsak, ister istemez kötü düşüncelere dalıyoruz…
Köşe yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.