“…
Sıcaktı.
Bulutlar doluydular,
bulutlar boşanacak
boşanacaktı.
O, kımıldanmadan baktı,
kayalardan
iki gözü iki kartal gibi indi ovaya.
Orda en yumuşak, en sert
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın :
TOPRAK
nerdeyse doğuracak
doğuracaktı.”
Kayalardan bakan, Şeyh Bedreddin’in müridi Börklüce’dir. Birazdan on bin mülhit yoldaşı ile, düşman ormanına on bin balta gibi dalacaktır.
Börklüce’nin baktığı ovada toprak, kadındır. Yumuşaktır, serttir, tutumludur, cömerttir, sevendir, büyüktür, güzeldir…
Ve doğurgandır.
Kadını bu kadar doğrudan tanımlayan dizeler azdır.
***
Anlatılan sevda öyküleri çoğunlukla erkek öyküleridir. Dağı delen Ferhat’tır mesela, Çöllerde gezen Mecnun’dur.
Nazım Hikmet’in şiirlerinde de böyledir.
“…Hoş geldin, kadınım benim, hoş geldin!
Ayağını bastın odama
kırk yıllık beton çayır çimen şimdi.
Güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde.
Ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler;
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam.
Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin.”
Konu kadın olmasına rağmen, bu şiirde kadın yoktur. Bu satırlar erkeğin zihin penceresinden, bir erkeğin duygularıdır. Çok hoş bir şiirdir. Ama şiirde kadın yoktur. Veya en fazla dolaylı nesnedir.
***
“Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koşulan
ve agıllarda
ışıltısında yere saplı bıçaklann
oynak, agır kalçalan ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlanmız…”
Ne muhteşem bir şiirdir bu böyle. Hele Ruhi Su’nun sesinden dinlemek, ayrı bir lezzettir.
Buraya kadarki dizelerde kadınlar; daha geniş bir tablonun, tamamlayıcı öğesidir. Lakin:
“…Şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçlann peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.” diye devam eden dizelerde kadın vardır.
Akşehir üstünden Afyon’a doğru yürüyen kağnıların peşinde, harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi yürüyen, kadındır. Kadınlar burada fotoğrafın ta kendisidir.
***
Memleketimden İnsan Manzaralarında, “Ayşe’nin mektupları” bölümünde, hapisteki kocası Halil’e mektup yazan Ayşe, komşusu Cemilânım’dan bahseder. Harikulade bir kadındır Cemilânım. Güzel ela gözlerinde kuyruklu sürmeler, küçücük ağzı boyalı, yaşı altmışa yakındır. Cemilânım’ın işi gücü resim yapmaktır.
Resim yapmaya daldığı bir gün sokaktaki yangını göremeyince üzülen Cemilânım, gelip Ayşe’ye dert yanar:
“…Fakat yangın yerini gördüm demin
yangın yeri çirkin.
Halbuki alevler güzeldir:
şarabinin, kızılın, turuncunun nüansları,
biraz da gazel yaprağı hatta.”
Başka bir gün Cemilânım, vapurda başından geçen olayı anlatır Ayşe’ye:
“Her taraf havayi maviyle altın sansı/ biraz gümüşüyle külrengi de karışık / Gölgeler çok açık mor, süzme bal gibi bir ışık…”. Bu anlattığı, Cemilânım’ın çıktığı güvertedir. Karşısında genç bir çift vardır.
“Bayan inadına çirkin,
bay inadına güzel.
O ne renk, o ne ten, o ne saç.
İnsan değil, pastel.
Bir de açıkkestane bir pardösü giymiş,
kumaş da galiba ipekli biraz,
o ne kıvrımlar,
doyum olmaz”
Cemilânım’ın ilgisine kadın tepki gösterir:
“Bay nişanlısıymış, ben deliymişim, polise verecekmiş beni
-Utanmaz, azgın kocakarı diyor”
Renklerden kadın da nasibini alır elbette. “Yeryüzündeki bütün ölü renkler suratında kadının.” Cemilânım hikayesini şöyle tamamlar:
“Ne dersin bu işe, kızım?
Karı kıskandı beni.”
Ve Ayşe mektubunda durumu kocası Halile anlatır:
“Dikkat ettim:
bugün gözlerinde kuyrukları biraz daha uzun sürmeler vardı,
ve ‘Karı kıskandı beni,’ derken
bahtiyardı.”
Geniş renk skalası daha çok kadınların dünyasında vardır. Kadın veya erkek…sanatçılarda da aynı duyarlılık olabilir. Lakin:
“Karı kıskandı beni” diyen Cemilânım; bahtiyarlığıyla kadındır.
Kuyrukları biraz daha uzun sürmeleriyle Cemilânım, kadındır.
Cemilânım’ın bahtiyarlığını gözden kaçırmayan Ayşe, kadındır.
Kuyrukları biraz daha uzun sürmeleri fark eden Ayşe, kadındır.
Bu ayrıntıları hapisteki kocasına yazdığı mektuba konu eden Ayşe, kadındır.
Ve bunları dizelere döküp bize aktaran Nazım, Ustadır.
***
“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı…”
Şiirleri Erdoğan tarafından da meydanlarda coşkuyla okunan Nazım Hikmet’in bir diğer şaheseridir bu. Erdoğan bunu da okudu mu bilmiyorum. Okumadıysa da okur diye düşünüyorum. Okunası bir şiir. Şiir şöyle devam eder:
“…Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
– çürüyen diş, dökülen et -,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet…”
Neyse, konumuzdan sapmayalım… Açıkça görülmez ama, kadının en güzel tanımı bu satırlarda gizlidir.
Size ne çağrıştırır bilemem, ama benim için “Serpilip gelişen hayat” kız çocuğudur. Şiiri her okuduğumda kollarını havalara savurarak, her adımında düşecekmiş endişesi yaratarak, ağız dolusu gülücüklerle koşan kız çocuğu canlanır gözümde.
Serpilip gelişen hayat kız çocuğudur.
Serpilip, gelişip kadın olur.
Hayat olur.