Atatürk, TBMM’nin yıllık açılış konuşmalarından birini hazırlıyordu. Yanında Siirt Milletvekili Mahmut Nedim ve Mahmut Esat Bozkurt vardı.
Atatürk söylüyor, Mahmut Nedim yazıyordu.
Konu tarım ve köy işlerine geldi. Atatürk, Mahmut Bey’e dönerek,
“Bu memleketin efendisi kimdir?” diye sordu.
Mahmut Bey yanıtını kesin verdi:
“Sizsiniz Paşam.”
Atatürk, “Hayır!..” dedi ve sözlerini sürdürdü:
“Bu memleketin efendisi köylüdür. Türk köylüsünü, bu efendilik mertebesine ulaştırmak en önemli görevimiz ve amacımızdır.”
Ve Sofya’da Ataşemiliterlik yaptığı yıllardaki bir anısını anlatmaya başladı:
“Bir gün şehrin en lüks pastanesine gitmiştim. Burası, Bulgar başkentinin en seçkinlerinin gittikleri yerdi.
Bir aralık kapıdan bir Bulgar köylüsü girdi. Ayağında çarıklar, dizlerine kadar yün sargılar ve üzerine düzgün biçimde süs gibi dolamıştı. Sırtındaki elbise, bizim Deliorman Türklerinin kaytan işlemeli çakşır ve cepkenleri gibiydi.
Bir masaya rahatlıkla oturdu. Aradan hayli vakit geçti, garsonlar yanına yaklaşmadı. Durumlarından, köylüyü orada istemedikleri anlaşılıyordu.
Bir ara garsonlardan birisini çağırdı, bir şeyler getirmesini söyledi. Garson uzaklaştı, fakat bir şey getirmedi.
Köylü hayli bekledi. Sonra parmaklarını masaya vurdu; garson gelmedi. Yumrukla vurdu, aldıran olmadı. Sonunda ayağı ile şiddetle yere vurmaya başladı.
Patron geldi; köylüye yavaş sesle:
“Burası senin için değildir, kalk git..” gibi bir şeyler söyledi.
O anda köylü kükrer gibi bağırdı:
“Ne?… Gidecek miyim?… Kim kovabilirmiş beni buradan? Barış zamanında bu vatanı besleyen, yaşatan; savaş zamanlarında cephede dövüşen, yurdu koruyan benim. İstediğim yerde paramla oturmak, yiyip içmekte herkesten çok benim hakkımdır. Bana pasta getiriniz!..”
Patron ezilmiş gibi uzaklaştı ve köylünün masasına pasta geldi.
İşte ben Türk köylüsünün böyle olmasını, hakkını böyle almasını bilmesini istiyorum. Çünkü bu memleketin efendisi Türk köylüsüdür. Yerini almalıdır.”