Dünya Kitap mart ayı tarih söyleşisi köşemizde Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. İlyas Gökhan’a tarihte olan doğal afetler üzerine çalışan bir akademisyen olarak, daha önce Kahramanmaraş bölgesinde olan afetler ve sonrası meydana gelen salgınlar hakkında sorularımızı yönelttik.
Prof. Dr. İlyas Gökhan kimdir, kendinizi tanıtır mısınız?
1966’da Kahramanmaraş’ın Türkoğlu ilçesinde doğdum. İlk ve ortaöğretimi memleketimde tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi DTCF Tarih Bölümü’nden mezun oldum. Erciyes Üniversitesi’nde Yüksek-Lisans, Fırat Üniversitesi’nde de Doktoramı tamamladım. Doktora seminer ve tezimi Ortaçağ’da meydana gelen doğal felaketler üzerine yaptım. Doktora araştırmalarını yapmak üzere Kahire Üniversitesi’nde 1996-97 yıllarında bulundum. Devrin ana kaynak ve tetkiklerini inceledim. Doktora seminerinde 1050-1150 arası Anadolu’da yaşanan doğal felaketleri araştırdım. Doktora çalışmamda 1200-1400 arasında Mısır ve Suriye başta olmak üzere Anadolu da dahil Ortadoğu’da yaşanan salgın, kıtlık, kuraklık, sel baskını ve depremleri inceledim. Ayrıca doktora tezi sonrası bu konuyla ilgili üç makale daha yayınlayarak olayları 1450 yılına kadar getirdim. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde başladığım akademisyenliğe Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi ve Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi’nde devam ettim. Halen Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nde görevimi sürdürmekteyim.
Ülke olarak çok ciddi bir felaket yaşadık. Bu yaşadığımız deprem felaketini nasıl değerlendirirsiniz?
Anadolu deprem kuşağında olan bir coğrafyadır. Bu coğrafyada başta deprem olmak üzere pek çok doğal felaket yaşanmıştır. Anadolu’da M. Ö.2000’li yıllardan itibaren deprem ve salgın hastalıkların olduğunu Hitit tabletlerinden öğrenmekteyiz. Yunan, Roma ve Bizans kaynaklarında Anadolu’da büyük deprem ve salgın hastalıkların olduğu kayıtlıdır. Bizans İmparatorluğu döneminde MS. 552’lerde İmparator I. Iustinianos zamanında (527-565) Akdeniz havzasında bir veba salgını çıkar ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olur. Tarihte şöyle bir görüş vardır. Bazı medeniyetler savaşlarla değil, doğal felaketlerle yıkılmıştır. Depremin merkezi Kahramanmaraş özelinden devam edecek olursak il merkezi 700.000 nüfusu barındırmaktadır. 500 civarında fabrika ve binlerce işletme yer almaktadır. Kahramanmaraş kentinin kurulduğu alan iki kısımdan oluşur. Birinci kısım kentin kuzeyinde bulunan Ahırdağı’nın (Maraş’ın kuzeyinde bulunan dağın adı) eteklerinde 700-800 metre yükseklikte bulunmaktadır. Deprem bu kısımda fazla hasar oluşturmamıştır. İkinci kısım ise aşağı kesimi olup, 500-600 metre yükseklikte, daha çok yığıntı, sel birikintisi ve dere kenarları üzerine kurulan bölgedir. Bu bölge şehrin 1960’lardan sonra kurulan kısmıdır. Maraş ilk olarak şimdiki kentin güneydoğusunda Karamaraş denilen bölgede kurulmuştu. Roma, Bizans ve Selçuklular döneminde bu bölgede gelişen kent Dulkadir Beyliği zamanında 1513’te meydana gelen büyük bir depremle yıkılmıştır. Bunun üzerine Dulkadir Beyi Alaüddevle Maraş’ı kentin kuzeyinde bulunan Ahırdağı’nın güney yamaçlarında yeniden kurmuştur.
Depremler büyük bir doğa felaketi olup engellenemez. Ancak hasarları ve can kayıpları engellenebilir. 1999 depremi sonrası Maraş’ta depreme karşı önemli bir duyarlılık oluşmuştu. O dönem Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde görev yapmaktaydım. 2000 yılının Mayıs ayında Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara Üniversitede bir konferans vermişti. Konferansa başlarken Maraş’ın deprem bölgesi olduğunu, 3-4 kattan fazla bina yapılmaması gerektiğini ancak 7-8 katlı binalar yapılmış olduğunu söylediğini bizzat duymuştum. Bundan sonraki süreçte Kahramanmaraş Belediyesi tarafından 2011’de bir kez daha konferansa davet edilen Işıkara aynı hassasiyeti tekrar dile getirmişti. Bu konferans sırasında devrin belediye başkanı 2000 yılından itibaren Maraş’ın tertemiz olduğunu, kaçak inşaatlara göz yummadıklarını belirtmişti. Ancak her nasılsa şehrin imar plânı değiştirilip, 15 katlı binalar yapılmaya başlanmıştır. Ayrıca Kayseri-Antep yolu çevresi ve aşağısı imara açılıp zemini yumuşak olan arazi üzerine çok katlı binalar yapılmıştır. 1980 sonrası oluşturulan Kahramanmaraş’ın imar plânı defalarca değiştirilmiştir.
Tarihi süreçte Maraş ve çevresinde görülen depremlerden bahseder misiniz?
Tarih boyunca Maraş ve çevresinde şiddetli deprem olmuştur. Bölgeyi gezdiğiniz zaman yüzeyde çok tarihi eser göremezsiniz. Roma ve Bizans döneminde Germenika adıyla bilinen Maraş, Ahırdağı’ndan gelen sel felaketi ile toprak altında kalmıştır. Günümüzde şehrin doğusunda 5-6 metre yerin altından Germenika antik kentinin kalıntıları çıkmaktadır. Şehirde kaleler hariç Roma, Bizans ve Selçuklu dönemine ait eserler kalmamıştır. Hamdânî emîri Seyfüddevle 944 yılında Maraş’ı imar edip etrafını surlarla çevirmiştir. Bu şehirden bir iz kalmamıştır. 1114 depremi ile Maraş yer altında kalmış ve Karamaraş olarak adlandırılmıştır. Hatta Maraş kelimesinin Arapça zelzele anlamında “Re’aşe” kelimesinden geldiği ve ism-i mekânı olarak “Mer’aş” olduğu zelzele olan yer, titreyen yer anlamına geldiği ileri sürülmektedir.
Maraş, Suriye’den, Antakya Amik ovasından ilerleyip, Kırıkhan-Hassa-İslâhiye-Nurdağı-Türkoğlu-Narlı-Pazarcık-Gölbaşı-Sürgü-Doğanşehir-Malatya-Elâzığ-Bingöl-Erzincan üzerinden Erzurum’a kadar uzanan fay hattının ortasında bulunmaktadır. 29 Kasım 1114’te meydana gelen ve tarihe “Maraş Depremi” olarak geçen deprem tahribatı ve geniş bir alanda etkili olmasından dolayı 6 Şubat Kahramanmaraş depremine benzemektedir. 1114 depremi lokal bir deprem olmayıp bölgeseldi. Söz konusu deprem başta Maraş, Urfa, Harran, Antep, Dülük, Araban, Adıyaman, (Hısnımansur), Besni, Samsat, Gerger, Keysun (Çakırhöyük), Antakya, Kırıkhan (Terbüzek) İskenderun, Ayas (Yumurtalık), Misis ve Sis (Kozan) gibi yerlerde etkili olmuştur. Ayrıca Kuzey Suriye’de Halep, Azez ve Balis gibi kentleri de yıkmıştır.
29 Kasım 1114 Maraş depreminin görgü şahidi Ermeni asıllı Urfalı Mateos depremin akşamüzeri meydana geldiğini, şimdiye kadar böyle bir felaketin ne işitildiğini ne de duyulduğunu belirterek “aniden müthiş bir gürültü koptu ve bütün dünya sarsıldı. Süryani tarih yazarları Ebu’l-Ferec ve Mihail de depremle ilgili benzer bilgiler vererek Maraş kentinin binalarının yıkıldığını, duvarlarının çöktüğünü, enkaz altında kalan 40.000 kişinin öldüğünü ve kimsenin kurtulamadığını kaydetmektedirler. Verilen bilgilere göre Maraş tamamen toprağa gömülmüştür. Maraş’ta Dulkadir Beyliği zamanında 1513 ve Osmanlı döneminde 1615, 1798, 1822, 1872 ve 1895 yıllarında depremler olmuştur.
1114 depreminin Maraş’tan başka Adana, Misis, Ayas (Yumurtalık) ve Sis (Kozan) kentlerindeki etkileri hakkında en ayrıntılı bilgileri Kilikya Ermeni kralının kardeşi kronik yazarı Simbat vermektedir. Bu depremin görgü şahitlerinden biri de bu sırada doğuya bir seyahatte bulunan İngiliz asıllı bir din adamı ve aynı zamanda bilgin olan Bathlı Adelard’ır. Amanos Dağları’nda (Karadağ) Ermenilere ait bir manastır ayin sırasında çökmüş, cemaat ve rahip enkaz altında kalarak ölmüşlerdir. Adana, Misis ve Sis başta olmak üzere Çukurova kent ve kaleleri birçok kez depremlere maruz kalıp, harap olmuştur. 1114 Maraş depreminin etkili olduğu bölgelerden biri de Adıyaman (Hısnımansur) ve çevresidir. Bu depremden başta Hısnımansur olmak üzere Samsat, Keysun (Çakırhöyük) ve Gerger’in de etkilendiği görülmektedir.
1114 Maraş depreminin vurduğu kentlerden biri de Antakya olmuştur. Roma ve Bizans İmparatorlukları zamanında M. S. 35, 115, 458, 526 ve 528 ve 577, 713, 848, 860, 956, 1082 yıllarında yaşanan şiddetli depremler de kent birçok kez yıkılmış ve yeniden kurulmuştur. Bu depremler ile Antakya, Roma ve Bizans dönemlerindeki görkemli durumunu kaybetmiştir. Şehir Haçlı idaresinde bulunduğu 1114’te tekrar Maraş depremi ile derinden sarsılmıştır. 1157 yılında bölgede Kıbrıs da dahil olmak üzere Antakya, Trablusşam, Lazkiye, Hama, Halep ve Kefertap gibi yerleri etkileyen deprem en fazla Hama’ya zarar vermiştir. 1114 depremi gibi 1822 depremi de İskenderun’da çok etkilidir.
Malatya da önemli bir deprem fay hattı üzerinde bulunmaktadır. Ancak 1114 Maraş depremi Malatya’yı etkilemez. Kentte MS. 240, 1156, 1158, 1514’te depremler görülmüştür. Osmanlı döneminde ise 1544, 1779, 1874, 1789 depremleri yaşanır. 1893’te meydana gelen deprem ise çok şiddetli olur. Bu deprem Maraş, Elbistan, Antep, Urfa, Sivas ve Antakya’ya kadar etkili olur. 1893 depreminde yıkılıp yeniden yapılan Hacı Yusuf Camii (Yeni Camii) 6 Şubat 2023 depreminde tekrar yıkılmıştır.
Gaziantep’te de şiddetli depremler yaşanmıştır. Miladi 499 yılında görülen depremde Dülük antik kenti tahrip olmuş ve bundan sonra kent şimdiki kale çevresinde kurulmaya başlamıştır. 1114 depremi Antep’i de etkilemiştir. Bilhassa günümüzde Araban adını alan tarihi Raban kenti yerle bir olmuştur. 1822 yılının 13 Ağustos’unda Halep, Antakya, Adana ve Misis’i de içine alan bölgesel bir deprem Antep’i de çok etkilemiştir. Bilindiği gibi 6 Şubat Kahramanmaraş depreminden Antep kalesi ağır hasar almıştır.
1114 depremi 6 Şubat 2023 depremi gibi Türkiye’nin güneyinde Suriye kentlerinde de etkili olur. Bu bölgede Azez, Balis ve Halep kentleri yıkılır.
6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremi bölgesel bir deprem olup, Elazığ’dan Antakya’ya, Diyarbakır’dan Elbistan’a kadar geniş bir alanda etkili olmuştur. Tarih boyunca bu bölgede pek çok deprem yaşanmıştır.
Timaş Yayınları’ndan 2022’de çıkan Felaketler Çağı. Bu çalışmanızdan bahseder misiniz?
Aslında bu çalışmayı 25 yıl önce doktora tezi olarak hazırlamıştım, 2022 yılında kitaplaştırdım. Bir meslektaşımın tavsiyesi ile de Felâketler Çağı adını verdik. 1200-1405 arasında özelde Ortadoğu bölgesinde görülen felaketleri ayrıntılı şekilde ele alırken, genelde de Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının tamamına değindik. İncelediğimiz doğal felaketler veba salgını, kıtlık, kuraklık ve depremlerdir. Çalışmamızda Suriye ve Mısır’a geniş yer vermekle birlikte Anadolu coğrafyasındaki doğal felaketleri de inceledik. Ayrıca Avrupa kıtasında yaşanan bazı doğal felaketleri de araştırdık. Bilhassa İslam dünyası ve Hıristiyan dünyasının doğal felaketlere bakışlarını karşılaştırdık. Burada şunu diyebiliriz ki Ortaçağ’da Hıristiyan dünyası doğal felaketleri doğa üstü güçler, hurafeler ve Tanrının insanoğlunu cezalandırması şeklinde değerlendirirken; İslam dünyası doğal felaketleri daha ilmî değerlendirmekte, sebeplerini araştırmakta ve birtakım yorumlar ortaya koymaktadır.
Bize bu bilgileri sunmamıza imkân sağladığınız için Sayın Prof. Dr. Birsel Küçüksipahioğlu’na, desteklerinden dolayı Prof. Dr. Mustafa Alican ve bazı ilave bilgiler gönderen Doç. Dr. Murat Serdar’a teşekkür ederim.