Prof Dr. Erinç Yeldan, AKP’nin 31 Mart yerel seçimine kadar enflasyonu önleme konusunda gerçek anlamda mücadele etmek yerine bu kısa dönemde hızlı büyümeye dayalı spekülatif büyüme stratejisi uygulayacağını ancak seçim sonrasında “bir nevi yabancı sermayeye hoş geldin partisi” düzenleyeceğini söyledi.
Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi ve Bilim Akademisi üyesi olan Prof Dr. Yeldan, “Muhalefetin taleplerini ulaştıracağı medya kanalları kısıtlanmış, bu taleplerin hukuk yoluyla dillendirileceği olanaklar baskılanmış bir Türkiye’de, seçim sonrasında AKP her türlü muhalefeti susturabileceğini, sindirebileceğini ve elinin altındaki yandaş medya ile beraber görüntü kirliliği, sis perdesi altında acı reçeteyi topluma dayatabileceğini düşünüyor. Hem iktisadi hem de siyasi özgürlükler, demokrasi anlamında zor bir yaz olacak.” dedi.
“Enflasyon hükümetin tercihi”
Prof Dr. Yeldan’ın, yüksek enflasyonun sonuçları ve seçim sonrasında ekonomide ne gibi değişiklikler olacağı konusunda Muhalif’e yaptığı değerlendirmeler şöyle:
Enflasyonla gerçek anlamda bir mücadele var mı sizce? Eğer tam anlamıyla mücadele edilmiyorsa bunun nedeni nedir?
Prof Yeldan – Türkiye ekonomisinde kabaca 2021 Eylül ayıyla beraber sürdürülen para politikasına müdahaleler neticesinde ekonominin para, finans ve reel üretim sektörlerindeki dengeler tahrip edildi.
Faizleri düşürelim, kredi maliyetlerini düşürelim, her ne pahasına olursa olsun büyüme olsun denildi. Kredilerin genişlemesi, kısa yoldan imar rantları, inşaat yatırımları ve borçlanmaya dayalı spekülatif nitelikli bir saman alevi gibi gelişecek bir büyüme konjonktürü peşinde koşuldu.
AKP’nin siyasal rekabet altında temel tercihi bu oldu. Bu müdahalelerin, bu stratejik tercihin sonucu, enflasyon, döviz kurundaki pahalılaşma ile bir sarmal olarak birbirini tetikledi. Kısaca enflasyon, söz konusu dengesizliklerin, piyasaların tahribatının, para politikasına siyasi müdahalelerin bir tezahürü olarak yaşanmakta.
Dolayısıyla enflasyonla gerçek anlamda mücadele etmek, para piyasalarını dengeye, istikrara kavuşturacak adımları atmak, AKP’nin, bu kısa dönemde hızlı büyüme, rant yaratma ve ucuz krediye dayalı spekülatif büyüme stratejisine ters düşüyor.
Dikkat ederseniz, bu zamana kadar yapılan eski Merkez Bankası Başkanlarınınki de dahil bütün demeçlerde, “Bütün dünyada enflasyon var. Biz de enflasyon yaşıyoruz.” denilerek, bu sanki doğal, normal bir olaymış gibi bir algı yaratma peşinde oldular.
Oysa Türkiye’deki enflasyon benzer ülkelerin kat kat üstünde, dünya ortalamasının çok üstünde. Türkiye, dünyada en yüksek enflasyon olan beş ülkeden biri.
“Türkiye ucuz işgücü ülkesi oldu”
Yüksek enflasyonun hem ekonomik hem de toplumsal bir maliyeti olduğu belirtilir. Uzun süre bir toplum bu kadar yüksek enflasyonla yaşarsa ne gibi sonuçları olur?
Prof Yeldan – Türkiye, neredeyse otuz sene, orta yüksek düzeyli yani yüzde 40 yüzde 80 arası enflasyonist bir sürecin deneyimini yaşamış bir ülke.
1980-90’larda enflasyonun gelir dağılımına olan bozucu etkilerini gecikmeli de, göreceli de olsa, yüzde yüz etkileri bertaraf etmek mümkün değil ama bir ölçüye kadar telafi edecek mekanizmalar kullanılabildi.
Şimdi mevcut enflasyon süreci öncelikle orta kesimin, emek gelirlerinin reel kazançlarını tahrip etmekte. Öncelikle gıda, giyim, sağlık hizmetleri, kira, konut, ulaşım gibi orta gelirli kesimlerin en temel ihtiyaç maddelerinde yoğunlaşmakta. Bu temel ihtiyaçların fiyatları, çok aşırı yükselmiş durumda, enflasyon ortalamasının neredeyse bir buçuk, iki katı. Bu da, 1980-90’ların enflasyon ile yarattığı tahribatın üzerine bir de orta sınıflara yönelik gelir eşitsizliği, güvencesizlik ve reel refah kaybı olarak ekleniyor.
Asgari ücretin enflasyona karşı korunması için alınan tedbirler var fakat orta sınıflar örneğin teknikerler, öğretmenler, memurlar, küçük aile işletmeleri gibi orta sınıflar, gelirlerinin bu asgari ücrete geriletildiği gerçeğini yaşıyorlar. Türkiye asgari ücretle çalışan bir toplum gibi ucuz işgücü ülkesi haline geldi. Dolayısıyla ortalama alım gücü bu yüzden düştü.
Asgari ücret bir ailenin asgari yaşamını sürdürmesi için gerekli olan asgari gelir. Minimum koşulların sağlandığı bir ücret düzeyi. Şimdi bütün Türkiye çoğunlukla bu asgari ücret düzeyinde çalıştırılıyor.
Enflasyonun geçmişten bildiğimiz iktisadi kararları ve sabit gelirlilerin gelirlerini tahrip etmesi, yarattığı belirsizlik, güvensizlik ortamında yatırımları geriletmesi gibi hepimizin yakından bildiği olumsuz etkileri yanında, Türkiye’nin 2021 sonrası yeni enflasyon türü, bunun üzerine bir de kendi emeği ile çalışan, kendi işinde çalışan orta sınıf gelirlerinin de düşmesine yol açtı. Gelir eşitsizliğini şiddetlendirdi.
“Yabancı sermayeye hoş geldin partisi”
Bu ne kadar sürdürülebilir?
Prof Yeldan – Çok güzel soru. Öyle zannediyorum ki hepimizin görebildiği, klişe bir cevap vereceğim. Hükümetin beklentisi, 31 Mart seçime kadar bu durumu siyasi demeçlerle, bir sis perdesi ile idare edebilmek. Ondan sonra yabancı yatırımcıyı Türkiye’ye çekmek üzere kurgulanmış ucuz ücret, yüksek finansal getirili, sıcak paraya dayalı istikrar tedbirleri kurgulamak. Yüksek faiz, ucuz ücretler, ucuz memur maaş zamları, yani talebi kısarak enflasyonu düşürmek, talebi kısarak üretim fazlasını ihraç etmek. Bunları yaparken de rasyonel, Ortodoks politikaya geri dönüş adı altında uluslararası yabancı yatırımcıyı Türkiye’ye çekebilmek, yani bir nevi yabancı sermayeye hoş geldin partisi düzenlemek. Strateji bu ve bunu sanırım hepimiz görüyoruz.
“Otokratik yönetim”
Bu politika gelir dağılımının daha da bozulmasına neden olmaz mı?
Prof Yeldan – Kuşkusuz gelir dağılımı daha da bozulacak. Büyümenin ana ivmesi, ucuzlatılan ücretler ve ucuzlatılan girdi maliyetleri olacak. Zaten işgücü sendikasızlaştırılmış, sendikal hareket zayıf, muhalefet partileri bölünmüş, üniversite gençliğinin geçmişte gördüğümüz demokratik örgütlenme olanakları sınırlandırılmış, yani demokratik muhalefet olanaklarının da kısıtlandığı otokratik bir hukuk baskısı altında bu sürecin büyük bir tepkiye dönüşmeden sürdürüleceğini düşünüyorum.
“Yaz zor geçecek”
Yüksek enflasyona, gelir dağılımı bozukluğunun artmasına rağmen, yönetimler iktidarda kalmak için daha baskıcı olurlar sonucu çıkıyor buradan.
Prof Yeldan – Üniversitelerde, Boğaziçi dışında bir tepki yok. Üniversite gençliği işsizlik, konut sıkıntıları içinde, örgütsüz parçalanmış halde, muhalefet partileri öyle, ana muhalefet partisi dışındaki sol partiler, sivil toplum kuruluşları dağınık. Taleplerini ulaştıracakları medya kanalları kısıtlanmış, bu taleplerin hukuk yoluyla dillendirileceği olanaklar baskılanmış bir Türkiye’de, seçim sonrasında AKP her türlü muhalefeti susturabileceğini, sindirebileceğini ve elinin altındaki yandaş medya ile beraber görüntü kirliliği, sis perdesi altında bu acı reçeteyi topluma dayatabileceğini düşünüyor. Zor bir yaz olacak. Hem iktisadi hem de siyasi özgürlükler, demokrasi anlamında zor bir yaz olacak.
Sosyal yardım alanların oylarına güvenildiği için, diğerlerinin tepkileri göze alınarak bu politikaların sürdürülebildiği belirtilir. Sizce de öyle mi?
Prof Yeldan – AKP’nin kabaca yüzde 30-35’lik oyu olduğu anlaşılıyor. Bu artık kemikleşmiş bir kitle olarak gözüküyor. Bunlar biraz da bayrak gibi, dini öğeler gibi, kutsal sözcüklerle, güvenlik gibi, terörle mücadele gibi, sorunun özünden saptırılarak yapılan propagandan etkileniyor.
Bu sürecin maliyetlerinin kaçınılmaz olacağı ve bunun göğüslenmesi gerektiği, vatan için, millet için bunların sabırla yaşanması gerektiği gibi bir propaganda altında, olası bir toplumsal muhalefetin bir yandan baskıyla önüne geçileceği kurgulanıyor