Biz gazeteciler tarafsızlığı sürekli tartışıyoruz. Bu kez de “taraf olma” halini konuşalım. Gazeteciler de insan… Onların da politik görüşlerinin olması, bir spor kulübünü desteklemeleri, sosyal sorunlara ilişkin tercihlerinin ve iş dışında hobilerinin olması son derece doğal.
Doğru olan, gazetecinin “taraf” olduğu konularda haber yapmaması. Zira “taraf olması” gazetecilik ürünlerinin nesnelliğine gölge düşürebilir. “Taraf” olunan bir konuda yazılıyorsa da durumun okur ya da izleyiciye aktarılması gerekir. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nin “taraf olma” başlıklı maddesinde şöyle deniliyor:
“Gazeteci ve yayın organı, her ne nedenle ve her ne biçimde olursa olsun, taraf oldukları bir olaydaki konumlarını kamuoyuna açıkça belirtmelidir. Yayın organı yahut yorumcu, siyasi, ekonomik ve toplumsal tercihlerinin doğrultusunda yayın yapabilir. Bu durumda bu tavır açıkça ortaya konulmalı, yorum ile haber olay ayrımı kesin biçimde yapılmalıdır.”
Gazeteci, yazar, yorumcu, TV programcısı, ana haber sunucusu olanların da “taraf” oldukları olaydaki konumlarını açıkça bilmek okuyanların, izleyenlerin hakkı. Okuduklarını, izlediklerini o gözle değerlendirme olanağına kavuşmuş olurlar.
Bir de son zamanlarda sayıları artan uzmanlar var; asli faaliyet alanı gazetecilik olmayan bu kişiler de yazı yazıyor, program yapıyorlar. Doğal olarak bu kişiler, uzmanlık alanlarında çalışarak gelir elde ediyorlar; çeşitli kurumlar şirketler ya da kişilerle ticari/mali ilişkiler yürütüyorlar. Onların bu durumlarının da okur/dinleyici veya izleyiciye belirtilmesi gerekir.
Nesnelliğin sağlanması, okuyan ya da izleyenlerin bu veri ışığında değerlendirmesinden de önemlisi “çıkar çatışması şüphesi” oluşmamasını sağlamak açısından zorunluluk. Örneğin bir sağlık yazarı hangi hastanede çalıştığını, bir ekonomi yazarı finans şirketini, bir sanat yazarı atölyesini, bir siyaset yazarı araştırma şirketini belirtmek durumunda.
Bazı haber sitelerinde bu kurala uyuluyor; yazıların altına o yazarla ilgili bilgi notu ekleniyor. Eğer yazarın gazetecilik dışında bir faaliyeti varsa o da okura iletiliyor. Fakat çoğu sitede ve özellikle de basılı medyada gazeteci olmayan yazarların asıl meslekleri ya da ikinci işleri ile ilgili dipnot konulmuyor yazılara.
İki de örnek vereyim. Prof. Dr. Yalçın Karatepe, artık sadece akademisyen değil. CHP’de Genel Başkan Yardımcısı oldu ama BirGün’deki yazılarında bu bilgi yok. Ekonomim’de sanat yazıları ve söyleşileri yayımlanan Ece Ulusum aynı zamanda dijital kreatif ajansı kurucusu ve birçok büyük firmayla iş yapıyor ama orada da işiyle ilgili bilgi verilmiyor okurlara.
Siyaset ve yazarlık, kreatif ajans ve gazetecilik tartışılır ama en azından dipnot koymakta yarar var. Şeffaflık gazeteciliğin olmazsa olmazıdır.
Erdal Eren haberlerinin iki yanlışı
12 Eylül askeri rejiminin idam ettiği Erdal Eren’in anılmasıyla ilgili haberlerde söz birliği etmişçesine “17 yaşında olan Erdal Eren’in yaşının büyütülerek idam edildiği” yazıldı.
ANKA, Bianet, BirGün, Cumhuriyet, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Kısa Dalga, Muhalif, Solhaber, Sözcü, T24’teki haberlerde ve hatta CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in mesajında yer alan bu bilgi doğru değil. Erdal Eren’in avukatı İsmail Sami Çakmak’tan dinledim doğrusunu:
“Avukat Nihat Toktay, Erdal Eren’in 18 yaşından küçük olduğunu sıkıyönetim mahkemesinde dile getirmişti. Ama mahkeme, ‘yaşının küçüklüğü konusunda inandırıcı ve ikna edici delil olmadığı’ gerekçesiyle bu itirazı reddetmişti.
Erdal Eren, 1.5 aylık kısa bir yargılamayla 19 Mart 1980’de alelacele idama mahkûm edilince Niyazi Ağırnaslı ve ben de avukatlığını üstlendik. İdam kararını temyiz ederken Erdal Eren’in 17 yaşında olduğunun tespiti için kemik grafisinin incelenmesini istedik. Askeri Yargıtay’da ilk bozma kararındaki gerekçelerden biri de gerçek yaşının incelenmemiş olmasıydı. Ama Askeri Yargıtay Daireler Kurulu, idamı onaylarken bu talebimizi reddetti. ‘Babası öğretmen olduğu için nüfusa günü gününe kayıt yaptırmıştır’ gerekçesiyle Erdal Eren’in doğum tarihi 25 Eylül 1961 olarak kabul edildi. Erdal Eren, 13 Aralık 1980 tarihinde idam edildi.”
Kısacası, mahkeme tarafından yaşı büyütülerek idam edilmedi; 17 yaşında olduğu itirazı incelemeye gerek görülmeden idam edildi. Bir de bu haberlerin çoğunda darbeci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü Erdal Eren için söylediği vurgulanıyor. Bu da yanlış bilgi.
Evren, bu sözü, Erdal Eren’in idamından çok sonra 3 Ekim 1984’te Muş’taki konuşmasında söyledi. Nitekim 4 Ekim 1984 tarihli Milliyet’in ilk sayfasında Evren’e atfen “Asmayalım da besleyelim mi?” başlığı yer alıyor. Evren de bu sözlerini “Anıları”nın 5. cildinin 126. sayfasında “Bunlar yakalanıp idama mahkûm olduklarında onları idam etmeyip hayat boyu besleyecek miyiz?” şeklinde aktarıyor.
Evren, Erdal Eren de dahil olmak üzere 48 insanın idamına onay veren bir darbeci ama belgelerden de anlaşılacağı gibi “Asmayalım da besleyelim mi” sözünü Erdal Eren için söylemiş değil. Erdal Eren başta olmak üzere gaddarca idam edilenleri hüzünle anarken olanları gerçeğine uygun yansıtmak en başta biz habercilerin sorumluluğu…
Gazetecilere ikramlar
Anımsıyorum, DYP milletvekilleri, 1992 yılında Meclis’te çiğköfte partisi düzenleyip tavana çiğköfte fırlattıklarında hayli alaya alınmışlar, medyadaki eleştirilerden, bunalmışlardı.
Bakıyorum, şimdi Meclis’te ciğer kebabı partisi düzenlenmesini kimi gazeteciler doğal karşılıyor; eleştirenler de SP Milletvekili Hasan Bitmez’in hastanede olduğu sırada yapılmasını rahatsız edici buluyor. Bazı parlamento muhabirlerinin bakışındaki değişimin göstergesi bu.
Gazeteci arkadaşlardan dinlediğime göre, değişim basın koridoruna da yansımış durumda. Milletvekillerinin ellerinde fular, şal, kahve fincanı, kahve gibi hediye paketleri, yiyecek ya da tatlı tepsileri ile basın koridoruna dalmaları sık rastlanan bir tabloymuş artık. Milletvekili, hediyesini, ikramını dağıtırken, danışmanı da bu mutlu anı fotoğraflayıp sosyal medya hesaplarından paylaşıyorlarmış. Hatta bazı TV muhabirleri de milletvekillerinin basın koridorundaki ikram turlarını haber yapmaktan mutlu oluyorlarmış; çok izleniyor diye…
Gazetecilerin, politikacılarla böylesine içli dışlı ilişkiyi doğal görmeye başlamaları mesleki bir zaaf işareti. Değeri küçük de olsa haber kaynağı durumundaki milletvekilleri ve parti yöneticileriyle böyle ilişki kurulması, temas mesafe kuralının aşınması anlamına gelir. Arada mesafe kalmayınca eleştirel haber üretmekte zorlanır arkadaşlarımız.
Milletvekillerinin, gazetecileri ikramlarla hoş tutulacak bir grup olarak görmelerine izin vermemek gerek.
Övgüde cömert, eleştiride cimri
Üç gazete pazartesiyi övünme günü ilan etmişti. Milliyet’te Özay Şendir, “Milliyet’in en eksik ve güzel yanı” yazısında gazetesinin haberciliğini övüyor; “böbürlenmeyi” bilmediklerini söyleyerek böbürleniyordu.
Sabah’ta Yavuz Donat, “Türkiye bizden öğrendi” başlıklı yazısında Gabar dağında petrol bulunmasıyla ilgili gelişmeleri ilk olarak gazetesinin duyurduğuyla övünüyordu. Türkiye gazetesinde Fatih Polat, daha iddialıydı. “Gazetecilikte Türkiye farkı” başlıklı yazısında son günlerde önce kendilerinin haber verdiğini vurguluyordu.
Varsayalım ki, üçü de haklı. Üç gazete de o örneklerde başarılı habercilik yapmış kabul edelim. Peki, bu gazetelerin hiç mi eksiği yok? Olumsuzluklardan, yanlışlardan söz etmiyorlar. Halbuki bu meslektaşlarımız başarıları kadar yanlışlarını da dile getirseler gazeteciliğe katkıları olur. Övgüde cömert, eleştiride cimri olunca yazılar da vitrin düzenleme faaliyetine dönüşüyor.
Medyanın özel hastane sevgisi
5 yaşındaki Deniz Sönmez, genel anestezi ile bir dişi çekilip, dört dişine de dolgu yapıldıktan sonra öldü ama haberlerin çoğunda ölümüne neden olmakla suçlanan diş kliniğinin adını göremedik. Cumhuriyet, Haber Global, Türktime, Yeni Akit ve Odatv’deki haberlerde babanın anlatımında satır arasında Mesam Diş Kliniği adı geçiyordu; diğerlerinde o da yoktu.
Hürriyet, Milliyet, Karar ve Yeni Şafak’ın diş kliniğinin bir ay süreyle kapatıldığı haberinde bile kliniğin adı gizlenmişti. Kliniğin kapısındaki mühürün fotoğrafının da yer aldığı haberde “özel diş kliniği zincirinin Hürriyet mahallesindeki şubesi” deniliyordu. Otopsi raporuyla ilgili olarak AA’nın haberini kullanan Habertürk, NTV, Sözcü, DHA’nın haberini kullanan T24, Sabah’ta da kliniğin adından hiç söz edilmiyordu. Sadece kliniğin kapatılma ve otopsi raporu haberini yayımlayan BirGün kliniğin adını yayımlamaktan kaçınmamıştı.
Oysa habercilerin “5N1K” kuralının “1K”sı “Kim tarafından” sorusunun yanıtıdır. Her haberde bu soruya yanıt verilmesi gerekir. Üstelik de bu olaydaki özne, bir çocuğun ölümünün sorumlusu olmakla suçlanan “1K”. O yüzden kliniğin adının açıkça yazılmaması ciddi bir habercilik yanlışı.
Özel hastaneleri koruma çabası bir tek Bursa’daki diş kliniğine özgü bir davranış da değil. Özel hastanelerle ilgili olumsuzluk içeren haberlerin neredeyse tamamında isim gizleniyor. DHA’nın “Beylikdüzü’nde yağ aldırma ameliyatı sonrası ölümde ihmal iddiası” haberinde de hastanenin adı yoktu. “Aynı hastanede burun estetiği olan bir kişi daha hayatını kaybetmiş” bilgisi verilmesine rağmen hastane korunuyordu.
Posta’nın “Yine o doktor” haberinde “tüplerini bağlatan Şerife Erenci’nin 4.5 yıl sonra hamile kaldığı” aktarılıyordu ama orada da doktorun adı kodlanmış, dava açılmış olmasına rağmen hastanenin adı hiç verilmemişti.
Olumsuzluk içeren haberlerde özel bankalar, özel madenler gibi özel hastanelerin adının gizlenmesi de gazetecilik hastalığı. Medyanın güç odaklarına, patronlara teslim olduğunun göstergesi. Öyle olmasa böyle korumacı davranmaz, kamu çıkarını gözetmekten vazgeçmezlerdi. Kendi patronunu koruyan gazeteci, başka patronları korumakta da beis görmüyor.
Tek cümleyle:
“Personel”, zaten işyerinde çalışanların tümü anlamına geldiği için Cumhuriyet’in “Kayıp personeller hâlâ bulunamadı” başlığında “personeller” yazılması yanlıştı.
Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu Mohamut’un çarparak ölümüne neden olduğu kurye Yunus Emre Göçer ile ilgili haberlere Hürriyet dışındaki iktidar medyası ilgi göstermedi.
AA, Akşam, Sabah, Milliyet, Y. Şafak, SP Milletvekili Hasan Bitmez kalp krizi geçirirken AKP sıralarından “Allahın gazabı böyle olur işte” sesleri yükselmesine haberde yer vermedi.
ABC, Cumhuriyet, Ekonomim, Gazete Pencere, Tele1, Sözcü ve Haber7’nin “Vuslat Doğan Sabancı’dan kaza sonrası ilk fotoğraf” başlığı yanlıştı; fotoğraflar kazadan önce çekilmişti.
“Türkiye’nin uzay yolculuğu başlıyor” haberlerinde “ilk Türk astronot Alper Gezeravcı’nın uzaya gidişi için ABD şirketine yaklaşık 70 milyon dolar ödeneceği bilgisi eksikti.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]