FETÖ’nün kumpas soruşturması kapsamında 5 Aralık 2009’da tutuklanan ve 10 gün sonra tahliye edilen Yarbay Ali Tatar hakkında 3 gün sonra yeniden tutuklama kararı çıkarılmıştı. Bunun üzerine Tatar, bir veda mektubu yazarak yaşamına son vermişti.
Yarbay Ali Tatar, ölümünün 14’üncü yıl dönümünde, bugün, ailesi ve sevenleri tarafından Ankara Karşıyaka’daki mezarı başında anıldı.
SİYASİLER DE TÖRENE KATILDI
Törene CHP Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu, CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, CHP PM üyesi Hüseyin Can Güner, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Selcan Taşçı Hamışoğlu, 15 Temmuz darbe girişiminde eşi Erol Olçok ve oğlu Abdullah Tayyip Olçok’u kaybeden Nihal Olçok ve Yarbay Tatar’ın sevenleri katıldı. Tatar’ın ağabeyi Ahmet Tatar, kardeşinin mezarı başında önemli açıklamalarda bulundu. Ahmet Tatar, şunları söyledi,
“YARBAY ALİ TATAR, HAKSIZIN KARŞISINDA SUSMAYI, BOYUN EĞMEYİ KABULLENMEDİ”
“Burada, bugün bizimle birlikte çok özel bir konuğumuz var. Öncelikle ona, ‘hoş geldiniz’ demek istiyorum. Bir süre önce büyük bir alicenaplıkla çıktığı televizyon konuşmasında, kendi acılarını bir yana bırakarak ‘Bizim acımız Ali Tatar’ın acısından daha büyük değil’ diyebilen bir insan. Bu insan büyük bir kaosta, yaşadığımız hain bir kalkışmada, hem eşini hem de oğlunu kaybetti gencecik yaşta. Nihal Hanım hoş sefa geldiniz, onur verdiniz bize. Büyük şair; ‘Esas olan sadece yaşamak değil; insana yakışır şekilde ve onurlu yaşamaktır. Teslim olmadan, boyun eğmeden, sürünmeden, el etek, öpmeden yaşamaktır’ diyor. Onu tanıyanlar şahitlik edecektir ki bugün Hakk’a yürüyüşünün 14’üncü yılında andığımız Yarbay Ali Tatar, bütün hayatını bu düsturda yaşadı. Her daim haklının, mazlumun yanında durdu. Güçsüzün, zalimin, haksızın karşısında susmayı, boyun eğmeyi kabullenmedi. Ülkemizin başına çöreklenen FETÖ belası karşısındaysa esareti reddedip hukuksuzluğa, adaletsizliğe karşı isyanı seçti. Olağan değildi seçimi, kabul ediyorum ve 14 yılın ardından bir kez daha bütün sitemlerimi bir kenara bırakarak kararına saygı duyuyorum. Ancak hiçbir şekilde kutsamaya, olağanlaştırmaya çabalamıyorum. Fakat bir düşünün, o günlerde ve sonrasında bu ülkede yaşadığımız
“KİM DERDİ Kİ BUGÜN FETÖ OLARAK ADLANDIRILAN BİR ÖRGÜT, SİYASİ İKTİDARLA KOL KOLA GİRECEK, ORTAKLIK EDECEK VE PARALEL BİR DEVLET MEKANİZMASI KURACAK”
Gelin, yakın geçmişi şöyle bir gözden geçirelim: Kim derdi ki bugün FETÖ olarak adlandırılan bir örgüt, siyasi iktidarla kol kola girecek, ortaklık edecek ve paralel bir devlet mekanizması kuracak, sonra da devletin bütün kurumlarını işgal edecek. Kimin aklına gelirdi ki adalet mekanizmasını ele geçiren bu çete hakim, savcı kılığındaki militanlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin ordusuna saldıracak, kumpas üstüne kumpas kurup subayından genel kurmay başkanına kadar tutuklayacak ve onları terör örgütü olmakla yargılayacak. Kim derdi ki bu terör örgütü hepimizin vicdanına emanet bir ürkek güvercini, Hrant Dink’i beyaz bereli bir çocuk eliyle katledecek, sonra sözde arkadaşlarına katilin adresi olarak bu kumpas davaları gösterecek, gerçek suçluları gizleyecek ve gariptir ki şimdi bu katil elini kolunu sallayarak aramıza karışacak. Kimin aklına gelirdi, ordunun başındakiler olup biteni kavrayamayacak, büyük bir basiretsizlikte devletin kozmik odasının anahtarını bu hainlere verecek, ordunun kahraman subaylarını çakalların önüne atacak, devlet sırları, ordunun stratejik planları ifşa olacak. Kim düşünebilirdi ki Cumhuriyet kazanımları bir bir budanırken, tabelalardan T.C. işaretleri kaldırılırken, Cumhuriyet’in kıt kanaat var ettiği fabrikaları, limanları, velhasıl 80 yılda biriktirdiği neyi var neyi yoksa pazara çıkarılıp babalar gibi satılırken sessizlik gaflet uykusuna dönecek.
“KİM DERDİ Kİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ PARLAMENTER ÇOĞUNLUKTAN YENİDEN TEK ADAM YÖNETİMİNE GEÇECEK VE KİMSELERİ DİNLEMEYEN O TEK KİŞİNİN İNADI YÜZÜNDEN, TARİHİN EN BÜYÜK EKONOMİK KRİZİNE GİRECEK”
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren komşularıyla iyi ilişkiler geliştirmiş; felaket yaşayanın, zor durumda kalanın yardımına koşmuştur. Komşularının iç işlerine karıştığı, onların evinde çıkan yangına benzin döktüğü görülmemiştir. Buna rağmen Emevi Camii’nde cuma namazı kılma hamasetiyle milletin kandırılıp emperyalist kayığına bindirileceğini, toprağımız saydığımız Süleyman Şah Türbesi’nin mobilize olacağını ve komşumuz Suriye ile bu hali yaşayacağımızı kim düşünebilirdi ki. Askerde her Mehmetçiğe sınır namus olarak belletilmişken sınırların kevgire döndüğünü daha önce görmüş müydünüz? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının ucuzlatılıp ayağa düşürüleceği, ülkenin büyük bir mülteci kampına dönüşeceği, üç kuruş para için Avrupa’ya bariyerlik yapacağı, şehirlerin, kasabaların, yabancılarla çatışmalara sahne olacağını kim düşünebilirdi. Yaşanan onca acı tecrübeden sonra yüzünü batıya dönmüş bir ülkenin tekrar Orta Doğu bataklığına sokulabileceği kimin aklına gelirdi. Kim derdi ki Türkiye Cumhuriyeti parlamenter çoğunluktan yeniden tek adam yönetimine geçecek ve kimseleri dinlemeyen o tek kişinin inadı yüzünden, tarihin en büyük ekonomik krizine girecek.
“MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN NUTUK’UNUN YARGILANMAYA KALKILDIĞI GÜNLERİ YAŞIYORUZ”
Halkın bu kadar kısa sürede yoksullaştığını, varlık içinde yokluk çekildiğini, çarşıda, pazarda, böyle bir yangını gören oldu mu? Savaşta mıyız, kıtlıkta mıyız bilen var mı? Örgütlü cehaletin kutsanıp kışkırtıldığı, insanların bölünüp parçalandığı, birbirine kem gözle bakıp en hayati konularda bile zıtlaştığı süreç öyle hızlı işledi ve birileri bizi öyle uyuttu ki konuşmak çok zor ama Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’unun yargılanmaya kalkıldığı günleri yaşıyoruz. Öyle ki aklımıza gelmeyen, hayal dahi edemeyeceğimiz birçok hastalıklı, kötü hali normalleştirmeye ve içinde yaşamaya çalışır haldeyiz. Fakat kim ne derse desin, bu yaşadıklarımızın hiçbirisi olağan ve normal durumlar değil. Kanıksanabilecek, alışılabilecek bir hal asla değil. Elbette ki böyle olağanüstü durumlar, kahramanlar üretir. Yarbay Ali Tatar gibi birileri çıkar ve gerçekleri canıyla haykırır ve oyunu bozar. Onların adları vicdanlara ve tarih kitaplarına kazınır. Fakat bir gerçek var ki o da şu: Yalnız Yarbay Ali Tatar değil; şu anda burada olan, olmayan birçok insan da normal şartlarda yazamayacağı, konuşamayacağı direniş sözleriyle özdeşleştiler. Yapamayacaklarını yapıp olmayı düşünemeyecekleri yerlerde dimdik durmayı başardılar. Eğer bunu yapmasaydık, yan yana durmayı, dayanışmayı beceremeseydik, ne bahsettiğim bu şer ortaklığı dağılır, ne de şimdi burada bulunan birçok masum kardeşimiz zindanlardan çıkıp özgürlüğüne kavuşabilirdi.
“KEŞKE SÖZÜMÜZ KÂR ETSE DE 15 TEMMUZ FELAKETİ ÖNLENEBİLSEYDİ”
Bizler kimseden sözümüzü esirgemedik. Keşke sözümüz kâr etse de 15 Temmuz felaketi önlenebilseydi. Canlı yayınlarda o utanç verici manzaralarla karşılaşmasaydık. Hain girişim sonunda, yüzlerce insanın ocağına ateş düşmese, yaralanmasa ve daha da acısı kurunun yanında yaş yanmasa bilerek veya bilmeyerek Fetullahçı çetenin hainleriyle karıştırılan masum insanlar hapislerde çürümeseydi. Keşke birileri 15 Temmuz hain darbe girişimini Allah’ın bir lütfu olarak görmeyip ülkemizin iyi kötü işleyen demokrasisini, hukukunu ve adaletini altüst etmese ve ekonomiyi bu hale getirmeseydi de kapı kapı para aramasaydık. Ama maalesef bütün bunlar gözümüzün önünde olup bitti ve biz engel olamadık. Fakat şimdi önümüze bakmak, geçmişten dersler çıkartmak, umutsuzluğa kapılmadan bu cendereden çıkmak için çare üretmek zorundayız. Zira bu topraklar bizim vatanımız. Bu topraklarda doğduk. Bu topraklara gömüleceğiz. Vatan bizim evimiz. Bizler var oldukça cehaletin karanlığı, hukuksuzluk, adaletsizlik ve vicdansızlık bu ülkede galip gelemeyecek. Buna izin vermeyeceğiz.”
“ALİ TATAR’IMIZ DA BİR IŞIK OLDU. O IŞIK ZALİMLERE KARŞI BİR OLMANIN ÖNÜNÜ AÇTI. HEP BERABER OLACAĞIZ, BİR OLACAĞIZ”
Ahmet Tatar’ın konuşmasının ardından söz alan Hasan Dede, şöyle konuştu:
“Haksızlığa boyun eğmeyen ulu ozanlarımızdan Pir Sultan Abdal’ın bir sözüyle başlamak istiyorum. Aynı komutanımız Ali Tatar gibi o da haksızlığa boyun eğmeyerek kendi canından oldu. ‘Koyun beni Hakk aşkına yanayım. Dönen dönsün. Dönen dönsün, ben dönmeden yolumdan. Yolumdan dönüp de mahrum mu kalayım? Dönen dönsün, ben dönmeden yolumdan. Kadılar, müftüler fetva yazarsa. İşte kemen, işte boynum asarsa. İşte hançer, işte kellem keserse. Dönen dönsün. Dönen dönsün, ben dönmem yolumdan. Pir Sultan Abdal’ım arşa çıkar ahımız. O da bizim şahımızdır, şahımız. Hakk’a teslim ederiz garip canımız. Dönen dönsün. Dönen dönsün, ben dönmeden yolumdan’ diyen bir gelenekten, bir öğretiden haksızlığa hiçbir zaman boyun eğmeyen, zalimin karşısında duran bizler, bu birlikten, bu beraberlikten ayrılmadan devam edeceğiz. Ali Tatar’ımız da bir ışık oldu. Demin Veli Vekilimizin dediği gibi, o aydınlık, o ışık zalimlere karşı bir olmanın önünü açtı. Hep beraber olacağız, bir olacağız.”