İran’da 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin örtünme kurallarına uymadığı için ahlak polisi tarafından gözaltında öldürülmesine tepkiler giderek yaygınlaşırken elime İranlı bir yazar Bahman Nirumand’ın “İran’da Soluyor Çiçekler” isimli kitabından bir pasaj geçti. Bahman Nirumand Marksist görüşleriyle tanınıyor. Ayetullah Humeyni’nin 1979 yılında Şah rejimini devirmesine en büyük desteği verenlerden birisi olarak biliniyor. Molladan ya da diktatörden demokrat çıkacağını uman entellektüel Nirumand aradan geçen 43 yıl sonra nasıl yanıldığını, Humeyni rejimine destek vermekle ne büyük hata yaptığını yazıp günah çıkartıyor.
Bahman Nirumand’ın kitabındaki o bölümü birlikte okuyalım:
“Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım. Şah’ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.
“Ve, aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.
“Evet, Humeyni yeryüzü cenneti vaad etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri nedeniyle tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.
“Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah İran’ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran’da yapıldı. Sansür, yasak yoktu. İstediğimiz gibi bağırıyorduk. Ertesi gün gazetede bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına ‘İslam Mahkemesi’ denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çarptırıldığı haberini okuduk. Haberi ciddiye almadık. “Üç beş sapsızın işi,” dedik.
“Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üstünde hiç durmadık. ‘Ufak tefek şeylerin’ toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabalarını etkilemesini istemiyorduk.
“Biz bunları söylerken mollalar tarafından kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri, okullarda aynı sınıflarda olamayacakları, birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı. ‘Müslüman kadınların yanında fahişelerin yeri yoktur,’denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.
“Bu çatışmalardan rahatsız olduk. Kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk. Peçesiz, baş örtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu. Biz ise hala büyük laflar ediyorduk. Bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk. ‘İttifak’, ‘eylem birliği’ gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk…
Köşe yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.