“Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar birbirlerinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar, bizim kadınlarımız korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri ve kocaman gözleriyle, anamız, avradımız, yârimiz ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen.
Ve dağlara kaçırıp, uğruna hapisler yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Köşe yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.