Bugün eski dostum, Cumhuriyet gazetesinde uzun yıllar birlikte çalıştığım Uğur Mumcu’nun hunharca katledilişinin yıldönümü. Yıllar boyu ülkemizde faili meçhul cinayetlere kurban giden gazeteci arkadaşlarımızı, dostlarımızı ve bu vesileyle ağabeyim Çetin Emeç’i de anmak istedim. Onları anarken ve rahmet dilerken çirkinlik ve vicdansızlık ötesi konuşmalara, akıl tutulmalarına, siyaset zevzekliklerine de tanık oluyorum. Ne mi demek istiyorum? Buyurun!
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener geçenlerde çıktı, Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesinin “namertçe bir cinayet” olduğunu söyledi. Akşener’in sözleri tam olarak şöyleydi:
“Biz geçmişimizde siyasi cinayetlere şahit olduk ama mertçeydi. Onun için de hiçbirimiz korkmadık. Ama onu torbacılar öldürdü.”
Akşener daha sonra o sözlerini toparlamak isterken daha da battıkça battı. Meral hanım acana yaşının gereği demans sakatlığına mı uğradı, yoksa nu sözleri kasten mi söyledi? Her iki durum da vahim. Siyasi cinayetin mertçesi ya da namertçesi nasıl oluyor acaba? Adam ya da kadın işine gitmek üzere yola çıkıyor ve çapraz ateşe tutulup öldürülüyor. Ya da kadın, evine gelen postacıdan paketi alıyor ve havaya uçuyor. Mertçe cinayet bu oluyor öyle mi? Meral Hanım’a şunu sormak isterim. Herhalde biraz hukuk bilginiz vardır. Türk Ceza Kanunu’nun cinayetlerle ilgili maddelerine hiç baktınız mı? Ya da kriminoloji (suçbilim) dersi aldıysanız cinayetin ne demek olduğu size tarif edildi mi? Almadıysanız en azından merak edip kriminolojinin babası İtalyan Cesare Lambroso’nun “Suçlu İnsan” kitabına bir göz attınız mı?
Daha basitinden sorayım. Türk Dil Kurumu (TDK) Sözlüğü’nden cinayet sözcüğünün anlamını merak edip okudunuz mu? Okumadıysanız size bilgi notu:
“Cinayet, bir kimsenin başka bir kimseyi bilerek öldürmesi eylemidir. Çoğu ülkede müebbet hapis ya da idam cezasıyla sonuçlanmaktadır. Hukuken öldürme veya kasten öldürme olarak nitelenir.”
Akşener’in ”mertçe, namertçe cinayet” sözlerine çok sert tepkiler geldi. Bu tepkilerin en çarpıcılarından birisi DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’a ait. Bakırhan şunları söyledi:
“Cinayet ve katliam failleri, köy boşaltanlar suçlarını birer birer itiraf ediyor. Musa Anter, Mehmet Sincar, Muhsin Melik, Hrant Dink ve daha adını sayamadığımız binlerce faili meçhulün namertçe olduğunu biliyorduk. Şimdi kendiniz itiraf ediyorsunuz.”
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları da X hesabından yaptığı paylaşımda şu ifadeyi kullandı:
“Mertlik buysa, mertliğiniz batsın. Kürt’ü, Alevi’yi, Ermeni’yi, sosyalisti, aydını katlederek Türkiye’yi karanlığa sürükleyenler tarih ve toplum önünde mahkum edilmiştir. Düşmanlığın bile ahlakı olur ama bu karanlık şahsiyetlerin namertliği dünyaya nam saldı. Bugün dillerinden dökülen katliamcı zihniyetin itirafıdır.”
İnsan Hakları Derneği Eş Başkanı Eren Keskin’in tepkisi de şöyle oldu:
“Korkunç, hatta korkunç ötesi. Mertçe cinayet dediği kimler, biliyoruz değil mi? Şiddeti savunan bu açıklama ancak böylesine bir distopyada yapılabilir. Bizim ölülerimizden söz ediyor.”
Gazeteci Ender İmrek de şu ifadeyi kullandı:
“Hangi siyasi cinayet mertçe? Siyasi cinayetlere, Ülkücüler birbirini öldürünce mi karşı çıkıyorsunuz? Namertçe bulduğunuz Sinan Ateş cinayetinden hareketle yaptığınız konuşmada ne demek istediniz? Siyasi cinayetlerde mertçe bulduğunuz nedir?”
Tepkiler böyle uzayıp gidiyor. Kendine “İYİ” adını yakıştıran siyasi partinin genel başkanı cinayetlerden ya da siyasi suikastlardan “mertçe” olarak söz edebiliyor. Acaba, diyorum, Meral hanım, mertçe siyasi cinayetlerden korkmadığını söylerken 1970’lerdeki sağ-sol çatışmalarından, solcuların Ülkücüleri, Ülkücüler’in solcuları öldürmelerini mi kastediyordu? Yani Ülkücü Ülkücü’yü öldürmez, mi demeye getiriyordu? Onun için mi, biz o zamanlar korkmuyorduk, dedi?
Biraz hatırlatma yapayım. Meral Akşener, 3 Kasım 1996’daki ünlü Susurluk Kazası’ndan beş gün sonra, yani 8 Kasım 1996’da, Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde, İçişleri Bakanlığı’na getirildi. Akşener’in, 1995’de Azerbaycan’ın eski Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’e darbe düzenleme girişiminde bulunmakla suçlanan İ.Ü. Hukuk Fakültesi eski öğretim üyesi Doç.Dr. Ferman Demirkol’a yakınlığı o dönem gazete haberlerine yansımıştı.
Meral Hanım ne de olsa eski MİT Müsteşarlarından Korgeneral Fuat Doğu’nun talebesi olmakla övünüyor. Fuat Doğu döneminde pek çok solcu arkadaşımız “içeride” ağır işkenceler gördü; kimisi işkencelere dayanamayıp öldü. O Fuat Doğu şu sözleriyle ünlüdür:
“Ben MİT Müsteşarlığı yapmadım. CIA’nın (ABD Merkezi Haberalma Örgütü) şube müdürlüğünü yaptım. Bir CIA yetkilisi gelip, beni Sinop’a götür, dese oraya götürmekle memurdum.”
Böyle bir geçmişi var Meral Hanım’ın. Az bile söylemiş. Keşke daha fazla söyleseydi de daha iyi aydınlanmış olurduk. Meral Hanım’a bir de tavsiye. Aman sakın bir daha, mertçe cinayet, sözünü söylemeyin. Bakarsınız bir savcı çıkıp, halkı kin ve nefrete kışkırtmak, cinayet işlemeyi özendirmek suçlarından hakkınızda dava açabilir; başınız belaya girebilir.