Ali Bey, iş hayatına nasıl atıldınız?
Antep fıstığı bahçeleri olan çiftçi bir ailenin çocuklarıyız. Benden önce bir ablam var, erkek kardeşlerin en büyüğü benim. Devlet yatılı okulunda okudum. Sonrasında iki yıllık tekniker okuluna gittim. Bitirdikten sonra dört yıllığa devam edebiliyorduk. Yıldız Teknik Üniversitesi’ne kaydımı yaptırmıştım. Ancak 1974 yılında anarşi hâkimdi, ayrıca babam yalnız çalışıyordu, bense altı erkek kardeşin en büyüğüydüm. Babam dedi ki “Oğlum bu kadar yeter, artık iş hayatına başlasan iyi olur.” Gaziantep’te kısmen tüccar, kısmen sarrafiye dediğimiz ufak bir yerimiz vardı. Orada ticari hayata başladım.
DEVLET BÜYÜK BİR KAÇAKÇILIĞI ÖNLEDİ
Kuyumculuk işini nasıl geliştirdiniz?
Türkiye’de altın ithalatı ve ihracatı yasaktı. Alıp kendin işleyip satıyorsan izin vardı. Ama yurt dışından ithal et, yurt dışına ihraç et, o mümkün değildi. Bu da kaçağı getiriyordu. Çünkü Türkiye’nin o zaman madenden çıkan altını yoktu. Şimdi biraz var ama galiba bütün arzın yüzde yirmisi civarında. O yıllarda külçe altın yurt dışından geliyordu. İsviçre’den Beyrut’a, Beyrut’tan da Suriye üzerinden Antep’e dağılıyordu. Bir kısmı da Sofya üzerinden İstanbul’a, İstanbul’dan da Anadolu’ya dağılıyordu. Babamız muteber bir tüccardı, babamın ismini söyleyince kapılar açılırdı.
Antep’ten gayrimüslim Ermeni vatandaşlar Suriye’ye, Beyrut’a göçmüşler. Bizleri tanırlardı. Suriye’ye, Halep’e, Beyrut’a giderdik. Onların sayesinde oradan altın alıp getirmek bizim için sorun olmazdı. Böylece altın ticaretini büyüttük o dönemlerde. Altın yanında döviz işi de yapıyorduk. Önce Adana’da, sonra Mersin’de dükkân açtık. 79 yılında şubeleşmeye başladık.
Kıbrıs’a Barış Harekâtı’ndan 2 ay sonra gitmiştik. Orada da altın ve döviz işine başladık. Baktık orada bir ticaret dönüyor. Ama ticarette sadece Türkiye’den giden turistler Türk parasıyla alışveriş yapıyor. Mal ise dövizle geliyor oraya. O zaman Türkiye’de ithalat yasak. Kıbrıs’ta o sorun yoktu. Bizde 84’ten sonra kambiyo rejimi değişti ve kuyumculuk sektör haline geldi. Rahmetli Özal İsviçre’de Şekerciyan kardeşlerle görüşüyor ve onlara işin nasıl döndüğünü anlattırıyor, ardından da Merkez Bankasına talimat veriyor: “Dövizi nereden bulursa bulsunlar, doları markı getirene altın satın.” Merkez Bankası altın ithal edip satmaya başladı. Merkez Bankası’na gidip faturalı biçimde altını alıyorduk. Devlet büyük bir kaçakçılığı ve kaybı önledi böylece.
Başka ne tür işler yaptınız Kıbrıs’ta?
İlk gittiğimiz dönemde kuyumculuk hızla büyümediği için Kıbrıs Serbest Bölgesi’nde hediyelik eşya ticareti yapmaya başlamıştık. Millet bizi kuyumcu tanır ama Türkiye’nin ilk hediyelik eşya ithalatı yapan firması Ali Altınbaş firmasıdır. O zaman kambiyo rejiminin değişeceğini biliyorduk, takip ediyorduk. Gümrüklerle de hep işimiz oluyordu. Kıbrıs’ta gemiyi yükleyip malları Mersin’e indirmeye başladık. Satılır mı satılmaz mı, bu kadar yüksek gümrük vergisi ödenir mi? Ödenirse satılır mı? Tereddütlerimiz vardı. Ancak öyle bir talep gördük ki mala bakan yoktu, herkes fatura karşılığı istediğimiz parayı veriyordu. Hiç beklemediğimiz çok büyük bir iş oldu, ilk geldiğimiz gemideki mallar o dönemde üç buçuk milyon dolar değerindeydi. O dönemde çok büyük paraydı. Ne zaman ki rekabet oluşup da kâr marjı yüzde ellilere düştü bu iş artık yapılmaz dedik ve bıraktık. 86 yılıydı. Şimdi yüzde elli çok büyük kâr değil mi? Yüzde iki yüz, yüzde üç yüz para kazanmaya alışmıştık, yüzde elliye düşünce bu iş yapılmaz dedik.
KRİZDE BANKALAR BATARKEN BİZ AÇILIŞ YAPTIK
Kıbrıs’ta banka kurdunuz.
Tabii kuyumculuk yapınca bir sermaye birikiminiz oluyor. Ama kuyumculuk da sizin birikiminiz kadar büyümüyor. Yani mücevherat sektörünü büyütmek, öyle hacmini artırmak çok hızlı olmuyor. Onun için de sermayemizi nasıl değerlendireceğimizi düşünmeye başladık. Sarrafiyenin yanında döviz işi de yaptığımız için bankaların birçok işine de vakıftık. Eskiden bankacılık bu kadar da çeşitli değildi. Kıbrıs’taki bankacılık buradan birkaç adım öndeydi. Çünkü orada bir kambiyo rejimi vardı, orada ithalat-ihracat vardı. Samimi bankacı arkadaşlarımızla istişare ediyorduk. Yüksek enflasyon olan yerde finansçılıktan para kazanamazsınız diyorduk. Dediler ki, onun kolayı var. “Nasıl?” “Kendini korumak için parayla bina alacaksın. Paranı mülke çevireceksin. Halkın parasıyla da işi döndüreceksin.” İnceledik, baktık. Beş milyon dolar sermayeli kuruluyordu o zaman. Kıbrıs’ta Altınbaş Bank’ı kurduk. 94 senesinde büyük bir kriz oldu. Krizde bankalar batarken biz açılış yaptık. Rahmetli Denktaş açılış konuşmasında “Bu serbest ekonominin kuralı. Bazıları batarken bazıları açılır.” demişti. Bankanın ismini sonradan CreditWest yaptık. TMSF’den 2000’li yılların başında Toprak Faktoring’i aldık. Sonra Ukrayna’da bir banka aldık. Böylece iki banka, bir faktoring şirketi olarak finans işine devam ediyoruz.
KOYDUĞUMUZ HEDEFE FAZLASIYLA ULAŞTIK
Peki, üniversite kurmaya nasıl karar verdiniz?
Bir ülkeyi, bir toplumu geliştirmenin, refaha kavuşturmanın tek bir yolu var. O da eğitim. Başka bir yolla toplumu zenginleştirseniz dahi sürdürülemez. Eğitimli hale getirmeden, belli bir kültürel yapıya ulaştırmadan refahı sürdüremezsiniz. Bunun en büyük örneği petrol zengini ülkeler. Hiçbiri gelişmiş değil.
Babamızla da hep konuşuyorduk eğitim işini. Babamız rahmetli olunca dedik ki “Biz büyük bir aileyiz. Hepimiz sosyal sorumluluk projelerine destek veriyoruz. Hep birlikte bir vakıf kuralım. Bu vakıf adı altında eğitime destek verelim.” 2003 yılında başladık üniversitenin kuruluş çalışmalarına. Beş yıl sürdü. O zaman yönetim kurulu üyemiz olan Bülent Akarcalı dört elle sarıldı işe, bize önderlik yaptı bu konuda. ODTÜ eski rektörü Suha Sevük Hoca da danışmanlığımızı üstlendi. Dosyamızı hazırladık, çalışıp YÖK’e gittik. YÖK Genel Kuruluna gireceğiz. Dediler ki bu sunumu sen yapacaksın. Peki, yapalım dedik. Tam bir saat kırk beş dakika bana sunum yaptırdılar. Anlattığımız kırk beş dakikada bitti. Bir saat de soru cevap, sorgulama sürdü. “Antep kökenlisin, neden memleketinde yapmıyorsun?” dediler. “Hedeflediğimiz üniversite sadece İstanbul’da olabilir.” dedim. Detaylı anlattım kendilerine. Üniversite kurarken şunu hedefledik: Uluslararası bir üniversite olmalı, dili İngilizce olmalı, bütün dünyadan öğrenciler buraya gelmeli, yurt dışına ekonomik gücü yetmeyen yerli öğrenciler de bu networkten yararlanmalı… Bugün koyduğumuz hedefe fazlasıyla ulaştık. 113 ülkeden öğrencimiz var, öğrencilerimizin yüzde 52’si yabancı.
Petrol işine nasıl girdiniz?
Bankamızın genel müdürü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yatırım bankasının başından emekli olmuş bir arkadaştı. Bir gün dedi ki “Petrol Ofisi özelleşecek. Serdar Denktaş petrol konusunda bir yatırımcı arıyor. Düşünür müsünüz?” Serdar Bey ile yemekte buluştuk. “Petrol Ofisi Türkiye’de özelleşirse, Kıbrıs’taki petrol şirketinin de yüzde elli ikisi Petrol Ofisi’nin. Bu durumda tekel olur.” dedim. “Söz veriyorum kanunları değiştireceğim” dedi. Sadece kanunu değil yapıyı değiştirmesi gerekiyordu. Devlet maliyet artı yüz lirayla satacaksın demiş zamanında, sistem öyle devam ediyordu. Olgun Bey’den bir fizibilite istedim. Çalıştı. Dedim ki “Bu siyasetçi adam. Yasayı değiştireceğim der. Değiştirmez. Bu kadar köklü yatırım riske girer.” “Ali Bey isterse yasayı değiştirmesin. Bunlar maliyet adı altında fiyatı o kadar şişirdiler ki yüzde 16-17 para kazanıyorlar zaten. Onların fiyatına satarsak kazanırız her halükarda.” Hakikaten inceledik, baktık doğru. Bize bir yer lazımdı, birazını satın aldık, birazını tahsis ettiler. Biz yatırımı yaptık. Hakikaten de çok ciddi para kazandık üç beş sene. Sonra dedik ki bunu Türkiye’de de yapalım. Madem burada yapıyoruz büyütelim. Türkiye’de yapmanın şartları çok ağırdı o zaman. İki noktada dolum tesisi yapacaksın. Şu kadar ton. İzin alacaksın. İki sene uğraştık izin aldık. Türkiye ayağını da kurduk. Tabii her sektörde olduğu gibi orada da kârlılık gittikçe azaldı. Şu anda yedi dolum tesisimiz var. Türkiye’nin dolum kapasitesi olarak üçüncü şirketiyiz. Dört yüze yakın da istasyonumuz var.
İşlerinizi büyütürken hangi kriterleri göz önünde bulundurdunuz?
Sohbet fırsatı bulduğum insanlardan çok faydalanıyorum. İnsanların, hele gençlerin risk alıp, iş kuracaksa çok iyi bir dinleyici olması gerekiyor. Belli bir yaşa gelmiş insanları dinlerseniz onlar daha samimi ve dürüst biçimde anlatıyorlar. Türkiye’nin büyük bir grubunda CEO’luk yapan bir arkadaşla Kıbrıs’ta tanıştık. Gidiyor, geliyordu bize ara sıra. Kendisine “İşleri biraz büyütmek istiyoruz. Ne yapabiliriz?” dedim. Dedi ki “Sizin bildiğiniz iş nedir? Kuyumculuk. Kuyumculuğu yapabilirsiniz. Eğer başka bir yatırım yapacaksanız çok iyi bilen insanlarla yola çıkın. Ekip kurun, kurumsal işlere yönelin.” Onun için kurumsal yapılabilecek işleri seçtik, banka, petrol, üniversite…
“Bir nesil geçmeden barış olmaz”
Rauf Denktaş çok özel bir insandı, Allah rahmet eylesin. Bize çok yardımcı oldu, her zaman destek verirdi. Gerek genç gerekse de çalışkan oluşumuz hoşuna giderdi. Zaman zaman iş adamlarıyla sohbet ederdi rahmetli. Barış harekâtı bitmiş, daha bir sene olmamıştı. Bir toplantı düzenlenmişti. Orada şunları söyledi: “Hepinizin yaşı benden genç, heyecanınızı anlıyorum. Ama şunu unutmayın. Bu ülkede kan döküldü. Kimisinin dayısı, kimisinin abisi, kimisinin babası öldü. Bir savaş yaşandı. Bir nesil geçmeden barış olmaz. Bu hayatı yaşayanlar göçüp gidecek ki barış olsun. Planınızı, hesabınızı ona göre yapın.”