Batılı olmak, AB üyeliği, küreselleşme, milliyetçilik kavramları konusunda ülkede bir kavram kargaşalığı hala sürüp gidiyor. Herkes, her kavramı kendi çıkarına veya ideolojik bakış açısına göre yorumluyor, işine gelenleri övüyor, gelmeyenleri de kötülüyor. Bazı kavramlar değişik grupların adeta tekeline girmiş. Yahut “markası” haline gelmiş gibi. Önce bu konularda bazı gerçekleri ortaya koyalım:
-Batılı olmak Batı’nın uydusu olmak değildir, Batı’nın değerlerini, insana saygısını, düşünme ve fikir özgürlüğü, kanun devleti, bağımsız mahkeme ve tarafsız polis ile mülkiyet özgürlüğüne ve insanı insan yapan erdemlere inanmak, uygulamak ve saygı duymaktır. Bilim ve Teknolojide Batı uygarlığının ulaştığı noktaya gelmek ve evrensel bilimi daha ileriye götürmek için katkıda bulunmaktır.
-AB üyeliği tek taraflı bir isteğe bağlı olmayan ve bazı objektif standartları yerine getirmeyi gerektiren, tüm üyelerin ittifakı ile karar alınabilen, küçük ülkelerin büyük ülkelere kafa tutabilecekleri yasal garantiler içeren ve halen gelişim ve aynı zamanda da değişimler gösteren bir siyasal, coğrafi, yasal ve ekonomik olgudur. Kararların alınması sırasında ülkeler arasında pazarlıklar, gruplaşmalar, anlaşmalar, tehditler, ikna yolları denenir. Tıpkı parlamenter sistemlerde olduğu gibi orada da her şey kusursuz değildir.Ama temel ilke demokrasi, insan hakları, basın ve yayın özgürlüğü, kanun devleti, bağımsız hukuk tarafsız polis, şeffaf yönetim, bilgi edinme özgürlüğü gibi evrensel değerleri kapsar.
-Küreselleşme ise tüm ekonomilerin entegrasyonunu hedefler fakat 3 temel varsayıma dayanır:
-Ürün ve hizmet talebi küreseldir. Yani ihtiyaçlar ve tüketici istekleri dünyanın her yerinde aynıdır. Özetle; dünyanın her yerinde mal ve hizmet satabilirim görüşüne dayanır. Tabi bu ürün ve hizmetlerin değişmeyen bazı nitelikleri, standartları olması gerekir.
-Üretim küreseldir. Yani mal ve hizmet üretimi dünyanın her yerinde yapılabilir. Şirketler her ülkede fabrika kurarak üretim yapabilir veya hizmet üretebilecek iş yerileri, fabrikalar ve şubeler kurabilirler. Küresel düzeydeki talebe küresel düzeyde arz yapılabilir.
-Yönetim-sevk ve idare-küreseldir. Yani dünyanın her tarafında kurulabilecek üretim ve hizmet kurumlarıyla şirketleri veya benzer kuruluşları yönetebilmek mümkündür. Böylece tüm dünya tüketicileri için büyük çapta üretim yaparak, birim başına sabit maliyetleri düşürmek, herkese daha ucuz mal ve hizmet üretebilmek ve ölçek ekonomisi yaratarak bunu tüketiciye yansıtmak mümkün olur.
Küresel şirketler kendi kuruldukları ülkelerinin dışında standart ürünler geliştirerek daha büyük çapta bir müşteri grubuna hizmet verirler. Japon firmaları bu konuda en başarılı ve öncü firmalar olarak ortaya çıkmış, onları Amerikalı ve diğer ülkelerin firmaları izlemiştir. Bugün Güney Kore’nin bile dünyada tanınmış ve başarılı olmuş küresel ürünleri ve markaları vardır.
Küreselleşmenin bir anlamı ise yasal sistemleri, ekonomik yapıları ve mali kurumları birbirlerine benzeyen, serbest piyasa sistemlerine göre yönetilen ülkelerin oluşmasını gerekli görür olmasıdır. Yani dış ve iç ticaretin serbestleşmesi, yabancı sermaye yatırımlarının serbestliği , gümrük vergilerinin zaman içinde azaltılması gibi koşullar yaratılmalıdır ki, tüm dünya nüfusunu müşteri olarak hedefleyen üretimler gerçekleşebilsin, ürün başına birim sabit maliyetler düşürülsün.
Şirketlerin her yerde üretim yapabilmesi ve ekonomik sistemlerin birbirine benzeşmesi ortaya bütünleşmekte olan bir dünya ekonomisi çıkarır. Bu değişim ve entegrasyon süreci içinde, az gelişmiş ve şeffaflığa açık olmayan, ulusal hükümetler çoğu kere çağın ve gelişmelerin dışına düşerler. Değişimin gelmekte olduğunu görmezler, görmek istemezler veya bilinçli olarak, değişik çıkar ilişkileri içinde bu gelişmelerine karşı halklarını, ülkelerinin yasal ve ekonomik sistemlerini hazırlamazlar. Ortaya sömürülme, çürüme, hortumlama, hayali ihracat gibi olaylar çıkar.