“Kentlerin gücünü sanatçılardan, o kent için yazılmış öykülerden, şiirlerden, şarkılardan aldığını düşünüyorum.”
İstiklal Caddesinin sakini, Botter Apartmanı
Botter Apartmanı, uzun yıllar İstiklal Caddesine tozlu bir hüzün içerisinde baktı. Ayşe Övür’ün Botter Apartmanı kitabının başrolünde yer alana dek de sessizliğini sabırla sürdürdü. Kahramanları ile tazelenen bina yeni ruhu ve öyküsü ile karşımıza çıkıyor. Ayşe Övür, Botter Apartmanı ve öyküsü hakkında ki sorularımızı yanıtladı;
Kısaca eğitiminiz ve yazarlık geçmişinizden bahseder misiniz?
Arkeoloji ve Eskiçağ Tarihi eğitimi aldım. Bir süre arkeoloji projelerinde çalıştım. Öte yandan kendimi bildim bileli öyküler, romanlar, şiirler hayatımda hep yer aldı. Bir gün roman yazmaya başlayacağımı da biliyordum. Bilirsiniz insanın yaşamında bazı dönemeçler olur. Kendisini, dünyadaki amacını sorgular. Bu sorgulama dönemlerinin birinde elime kalemi alıp yazmaya başladım. Aynı zamanda bazı yaratıcı yazarlık eğitimlerine de katıldığımı eklemeliyim. Ben, her yazarın kendine ait, tekil bir yoldan ilerlediğine inananlardanım. Zaten benim için yazarlığı eşsiz yapan da bu bireysel, dışarıdan müdahaleyi kabul etmeyen dolambaçlı yol.
“Çocukluğum göçmen hikâyeleri dinleyerek geçtiği”
Romanlarımın yayınlanmasında zorlandığımı söyleyemem. İlk romanım Sahra 1911’i yazarken kendi aile öykümden yola çıkmıştım. Belki de bu nedenle biraz duygusal bir metin oldu. Metinde Kafkasyalı büyük dedemin göçlerle, savaşlarla, kayıplarla ve başarılarla dolu yaşam öyküsünü, kendi bakış açımdan, yorumlayarak yazdım. İkinci romanım Botter Apartmanı ise bambaşka bir metin oldu. Hem anne hem baba tarafım göçmen. Çocukluğum göçmen hikayeleri dinleyerek geçtiği için kendime kök salacak, aramızda aidiyet duygusu geliştirebileceğim bir kentin özlemini hep hissettim. Farklı ülkelere, farklı şehirlere çok gidip geldim ama köklenmek bambaşka bir duygu. Botter Apartmanı’nı yazdıktan sonraysa kendimi İstanbullu gibi hissetmeye başladım. Artık İstanbul’a dair derin bir aidiyet duygusu hissediyorum. Pandemi döneminde yazdığım Zamanın Kapıları da aslında bir İstanbul romanı. Karanlık ve aydınlık arasında geçitler var onda. Yaşama tutunabilmek için kendilerine kaynak arayan bir çiftin öyküsü. Doğrusu Zamanın Kapıları’nın gerçek olaylarla da bağlantısı var. Öyküsünü anlattığım Sinan aslında yaşamış bir kişi. Onun öyküsünü yıllar önce duymuştum. Elbette pek çok kurgu karakteri ve olayı da romana kattım. Zamanın Kapıları’nı bazı okuyucular polisiye bazı okuyucular ise psikolojik roman olarak değerlendiriyor. Yazar olarak kitaplarımı kategorilere ayırmayı sevmiyorum. Bunu okuyucuya bırakıyorum. En doğrusunu okuyucunun bileceğine inanıyorum.
Tarihi romanların farklı sürükleyici bir kurgusu var. Sürekli geçmişten beslenmeleri, gerçek olayların temelinden yola çıkmaları öyküyü daha da etkileyici kılıyor. Tarihi romanlaştırmak mı yoksa romanı tarihleştirmek mi önemli?
Bence en başta roman ve tarih ayırımını yapmalıyız. İki kavram bazen birbirini desteklese de tarih kendisine dair metodolojisi olan bir bilim dalıdır. Tarihin kesinlikle romanlaştırılarak öğretilebileceğine inanmıyorum. Romanlardan, filmlerden, dizilerden tarih öğrenilmez. YouTube’da çok izlenmesi için içine bolca gizem ve ezoterizm katılmış cümlelerle konuşan kişilerden de tarih öğrenilmez. Tüm bunları açıklamamın nedeni bir roman ne kadar tarihsel düzlemde ilerlerse ilerlesin kesinlikle onu kaleme alan yazarın düş gücü, bilgisi, dünyayla ve yaşadığı toplumla olan ilişkisiyle şekillenen bir kurgu eser olduğunun altını çizmeye çalışmamdır. Bu nedenle benim bakış açımdan tarih romanlaştırılamaz. Sadece tarihte yaşandığını bildiğimiz olayların çerçevesinde dolaşarak düş gücümüzü de ekleyerek bazı sahneler yaratabiliriz. Botter Apartmanı’nda 2. Abdülhamit, Jean Botter, Raimondo D’Aranco gibi gerçek kişilerin adları ve birbirleriyle olan ilişkileri de geçiyor. Buradaki tarihsel bilgilerden birisi Jean Botter’in 2. Abdülhamit’in özel terzisi olmasıydı. Ama 2. Abdülhamit ve Jean Botter kapalı kapılar ardında ne konuştular, hangi fikirleri, hangi bilgileri paylaştılar bunları ancak tarihsel kaynaklarda varsa, gerçekten bilebiliriz. Benim aradan bir asırdan fazla zaman geçtikten sonra romanda yazdıklarım ise ancak bir yazarın düş gücü ve bilgisiyle satırlara aktardığı kurgu metin olabilir. Bu nedenle her zaman, birinci elden kaynaklara ve somut gerçekliğe dayanan tarihsel bilgi ile kurgu düzleminde oluşturulan roman, dizi, film gibi eserlerde yer alan tarihi bilgilerin kesin bir çizgiyle ayrılması gerektiğini savunuyorum.
“Konutta kullanılan ilk asansör Botter’e ait”
Botter apartmanı kitabın kapağında binanın dışı değil de oval merdiven ve asansörün olduğu bir fotoğraf yer alıyor. Bunun özel bir sebebi, okuyucuya henüz kitaba başlamadan önce verilen bir mesajı var mı?
Bilirsiniz kitap kapağı tasarlamak oldukça zor bir süreçtir. Nitelikli bir tasarım kitabın göreceği ilgiyi de arttırıyor. Bazen de çok iyi metinler kötü tasarlanmış kapaklar nedeniyle beklenilenden daha az ilgi görebiliyor. Botter Apartmanı’nın kapağında önce dış cephe fotoğrafı kullanmayı düşündük ama romanda merdivenler ve tarihi asansöre dair önemli göndermeler bulunduğu için şimdiki kapağı seçtik. Kapakta fotoğrafını kullandığımız isim ise değerli bir görsel sanatçı olan Anna Jurkovska’ya ait. Kapağın genel tasarımını ise Remzi Kitabevi’nin patronu Ömer Erduran yaptı. Ben başarılı bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Kapak görseli elime ulaşınca gönül rahatlığıyla onayladım. Pek çok okuyucumdan da olumlu dönüşler aldım. Romanı okuyanlar metinde binanın asansörünü ve merdivenlerini geçmiş ve geleceğe dair göndermeler arasında bir çeşit metafor olarak kullandığımı anlayacaklardır. Bu iki öğeyi aynı zamanda dışarıdan görünen ve içeride gerçekte var olan arasında geçitler olarak da kullandım. Öte yandan daha somut olarak bakarsak Botter Apartmanı’nın asansörünün ülkemizde Pera Palas’tan sonra kullanılan ikinci asansör olduğu düşünülüyor. Pera Palas’ın otel olduğunu hesaba katarsak konutta kullanılan ilk asansör Botter’e ait.
İstiklal Caddesini gözetleyen Medusa başları
Sadece bir binanın anlatımı değil, içini dolduranların ruhuyla yazılmış bir roman. Hatta öyle bir roman ki Botter Apartmanı’nın bir şehir hafızası olarak geri dönüşünü sağladınız. Adeta bu binanın şansı oldunuz, eskidi ama yıllarca sizi bekledi. Botter apartmanını gördüğünüzde veya ilginizi ilk çektiğinde neler hissettiniz?
Romanı yazmaya karar verme sürecinde aklımda Mısır Apartmanı, Botter Apartmanı, Ragıp Paşa ve bir de hayali bir apartman vardı. Beni Botter’i seçmeye yönelten ana duygu onun ihtişamlı geçmişine zıtlık oluşturan terk edilmişliği oldu. Muhteşem bir art Nouveau cepheye sahip olması da önemliydi. Ayrıca hem Osmanlı İmparatorluğu hem de Cumhuriyete tanıklık etmiş çok katmanlı tarihiyle unutulmaması gereken bir eser olduğunu da düşündüm. Romanı yazarken bina kapalıydı. Çökme tehlikesi olduğu için kapısı kilitli halde duruyordu. İçine girmeyi birkaç defa denedim ama başarılı olamadım. Bu nedenle erişebildiğim eski fotoğraflar ve binada yaşayanların verdiği bilgiler ışığında hareket ettim. En çok da binanın cephesine bakarak bende oluşturduğu duygu üzerinden ilerledim. Özellikle cephede nazarlık niyetiyle yer alan ve İstiklal Caddesi’ni gözetleyen Medusa başlarından etkilendim.
“…geçmiş ve şimdinin ilişkisi üzerinde durmayı seviyorum.”
-Binanın geçmişini okuyunca çok dinamikler olduğunu görüyoruz; İtalyan bir mimar, Hollandalı bir modacı ve bir padişah. Türkiye’nin ilk moda evi olma özelliğine sahip bina başrolde, peki ana yardımcı rolü bu saydıklarımın arasından nasıl seçtiniz? Çünkü hangisinin izinden giderseniz gidin dopdolu ayrı bir dünyaya sahipler. Tercih etmenizin nasıl ve nedenlerini açıklar mısınız?
Romanı ne sadece günümüz üzerinden ne de sadece tarihsel düzlem üzerinden yazmak istedim. En doğru yöntemin geçmişin bıraktığı duygusal izlerin günümüze olan etkisini vurgulayan bir metin olduğunu düşündüm. Aslında yazdığım öteki romanlarda da geçmiş ve şimdinin ilişkisi üzerinde durmayı seviyorum. Eskiyi anlatırken mimar Raimondo D’Aranco’nun izini sürmek mi yoksa modacı Jean Botter ve ailesi üzerinden ilerlemek mi doğru diye epey düşündüm. D’Aranco’ya ağırlık vermek o dönemde daha cazip geldi. İkisini birden yapmak ise metni hantallaştırabilir, günümüze dair yazacağım bölümleri sönük kılar diye tercih etmedim.
“Romanın başkarakteri apartmanın kendisi”
Kesinlikle ilk andan itibaren sanki Botter Apartmanı’nın ruhu da benimleydi. Aslında romanın başkarakteri apartmanın kendisi. Arkeoloji eğitimi aldığım için olmalı, insanların nesnelerin üzerinde bıraktığı izleri önemsiyorum. Romanı yazarken Botter Apartmanı’nın pencerelerinden bakan insanları hayal ettim. Pencereler değişmeden aynı kalır ama yüzyılı aşkın süre içinde birbirini tanıyan, tanımayan bambaşka hayatlardan gelen insanların umutları, hüzünleri, aşkları, düş kırıklıkları, acıları o pencerelere de bulaşır ve orada kalır. Romanı yazarken ana kaynaklarımdan birisi de bu bakış açısıydı.
“Zihnimde İstanbul için yazmayı düşündüğüm daha pek çok roman var.”
Kitabın, tarihsel, mitolojik yapısının yanı sıra dönemim İstanbul’unu İstiklal’ini de tanıyoruz. Etnografik özelliklerinin de olduğunu söyleyebilir miyiz?
Benim için roman kurgusu içinde zaman ve mekân kavramları çok önemlidir. Mekânı ister yaşadığımız şehir ister evimiz olarak düşünelim mutlaka yaşamımıza güçlü şekilde sızar ve etkiler. Metinde Botter Apartmanı’nı ana mekân olarak kurguladım ama Botter’i sarmalayan mekân olarak İstiklal Caddesi’ne de önem verdim. Kentlerin gücünü sanatçılardan, o kent için yazılmış öykülerden, şiirlerden, şarkılardan aldığını düşünüyorum. Zihnimde İstanbul için yazmayı düşündüğüm daha pek çok roman var. Umarım onları da kitaplaştırmaya fırsatım olur.