Ceylan Özgün Özçelik, “Kaygı” filmiyle birlikte önemli bir kadın yönetmen olacağının sinyallerini verdikten sonra, Cadı Üçlemesi projesiyle etrafında birbirinden değerli kadın sinemacıyı da toplayarak erkek egemen sektörde, umut/ilham verici bir adım daha attı. “Kaygı”dan beri onunla birlikte çalışan yaratıcı yapımcı Armağan Lale’ye Cadı Üçlemesi projesi, yapımcılık ve sektör üzerine sorularımı yönelttim. “Gözetleme Kulesi”, “Sarı Sıcak”, “Taş” ve “Uzun Zaman Önce” gibi önemli projelerde de adını duyduğumuz Lale, bir yandan Özçelik’le içinde bulundukları yolu ve Türkiye’de yapımcılık adına hangi koşullarda üretim yaptığını anlattı. Keyifli ve bilgilendirici bir sohbet için, iyi okumalar…
Bilmeyenler için Cadı Üçlemesi’nin mantığını ve içeriğini kabaca anlatabilirsen çok sevinirim.
Üçlemeden önce 18+ vardı. Ceylan’ın ikinci uzun metrajı olarak hazırlanmaya başladığımız; şiddet, kurban, cellat temaları üzerine, fantastik ögelerden beslenen ve sadece kadın karakterlerden oluşan bir kurmaca film. Her ne kadar fantastik / kara komedi türünde bir film üstüne çalışıyor olsak da özellikle Ceylan’ın şiddet okumalarının arttığı bir döneme girmiştik. Bu dönem, onun için kâbusları da beraberinde getirdi. Etkisinde kaldığı bir karabasanı anlattığı gün, konuşmamız bu karabasanın bir kısa filme dönüşmesine yoğunlaştı. Şiddet gören bir kız çocuğunun isyanını tek planda anlatan, korku / dram türündeki 13+ böyle şekillenmiş oldu. Biri kısa biri uzun metraj, farklı türlerdeki bu iki filmin, kurmaca dışında, gerçek hayatla kesişen bir anlatısının da olması fikrine odaklanmamızla birlikte belgeselimiz 15+ üstüne çalışmaya başladık. 15+, kendisine sistematik şiddet uygulayan kocalarına karşı öz savunma hakkını kullandığı için şu an cezaevinde olan Aylin ve Havva’nın iç döküşlerine kulak verdiğimiz filmimiz oldu. Farklı formlarda ve türlerde öyküler anlatan, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet teması etrafında kurulan Cadı Üçlemesi böylece doğmuş oldu.
Proje seninle nasıl buluştu? Bir yapımcı olarak ne gibi katkı ya da müdahalelerin oldu?
Ceylan Özgün Özçelik’le ilk uzun metrajı KAYGI’dan beri birlikte çalışıyoruz. KAYGI’nın post prodüksiyon süreci tamamlandıktan sonra, tasarladığı ikinci uzun metraj filmi, kara komedi / fantastik türündeki 18+ üstüne konuşmaya başladık ve yola birlikte devam etmeye dair ortak hevesimizden dolayı projeyle buluşmuş oldum. Yapımcılıkta beni en cezbeden nokta, yaratıcılığından etkilenip saygı duyduğum insanlara yol arkadaşı olabilmek ve resmin tamamını onlarla görüp şekillendirmeye katkı sağlamak. Müdahale diye tanımlamaktan da imtina ediyorum açıkçası. Senaryo geliştirme aşamasından başlayıp hem yaratıcı yapımcı olarak dahil olmayı ve içine girdiğim projeyi hazmedip katkı sunmayı hem de yapımcı olarak hareket edip filmi hayata geçirebilmeyi ve sonrasındaki stratejisini tasarlayabilmeyi önemsiyorum.
Ceylan Özgün Özçelik tanıyan herkesin çok sevdiği biri. Bizler için de öyle. Onunla yolun nasıl kesişti. Nasıl bir iş birliği içerisindesiniz?
Ceylan’la yolumuz 2015 yılında Berlin’de kesişti. Ceylan, KAYGI filminde bir yol almış, 2015 sonunda filmi çekmeyi planlıyordu ve Türkiye’den bir ortak yapımcı arayışındaydılar. Senaryoyu ve yönetmen görüşünü okuduğumda artık filmin bir parçası olma heyecanını taşıyordum. Ne istediğini bilen, bunu titizlikle ifade edebilen ve bu istekleri benim için de heyecan verici olan insanlardan etkileniyorum. Ceylan, sinemanın görsel işitsel olanaklarından sonuna kadar faydalanarak hikayelerini anlatma yolunu seçen bir yönetmen ve mevcut kültürel ekonomik koşulların da etkisiyle uzun yıllara yayılan bir film yapma yolculuğunda süreçten de beslenmemi, sadece sonuca odaklanmamayı sağlayan çok kıymetli bir bakış bu.
Onunla çalışmanın avantaj ve dezavantajlarını da öğrenmek isteriz…
Avantajlar ve dezavantajlar yerine, birlikte nasıl çalıştığımıza dair fikir verebilirim belki. Ceylan’ın korku sinemasına ve alt türlerine olan ilgisi, kendi sinemasında da bu yaklaşımı benimsemesi beni oldukça cezbediyor. Görsel işitsel her türlü imkândan faydalanmayı beraberinde getiren bir sinemadan bahsediyoruz ve sadece hikâye anlatıcılığıyla ilgilenmediğim, rejinin zekasını ve tasarımını da cömertçe ortaya koymasıyla daha da devleşen bir deneyimin kapısını araladığım bir dünyaya adım atmış oluyorum. Etrafta bir sürü oyuncağın olduğu ve tüm bu oyuncaklarla anlamlı ve estetik bir bütüne ulaşılması gereken bir odadayım gibi düşünüyorum. Bütüne ulaşmadan o odadan çıkılmayacak ve “Aaa bu fikrin ne güzel, aaa bu da iyi ve/ama şuna ne dersin?” diye sürekli iletişimde olduğum bir oyun arkadaşım davet etmiş beni odaya. O da bana diyor ki “İyi güzel, fikirlerimi beğeniyorsun, ben de senin katkılarını kıymetli buluyorum ama bunu yapabilmek için şu arkadaşımıza da ihtiyacımız var ya da parçaları birleştirmek için tutkala…” Ne mutlu ki böyle tarif edebildiğim bir çalışma ortamında, dezavantajları birbirimizden ziyade sistemden dolayı deneyimlemek durumunda kalıyoruz. Sansür mekanizmalarının neden olduğu çıkmazların kafamı yapımsal çözüm arayışlarından daha çok meşgul etmesi, odaya benden önce girip harıl harıl çalışan birine dayanak olmayı istemem ama bunu yaparken benim de bir dayanağa ihtiyaç duymam ve ülkenin bu konuda sınıfta kalmış olması bugün canımı sıkan temel sorunlar.
Sinemada kadının temsili ve sunumu konusunda hepimizin bildiği gibi sorunlar var. Sizler yapımlarınızda bu sorunların üstesinden gelmek için neler yapıyorsunuz? Çözümsel öneriler getirmeye özen gösteriyor musun?
Elbette kafa yoruyoruz bu söylediğine ve süreçlerimizi bu sorunların üstesinden nasıl geliriz konusunda çabalayarak da geçiriyoruz. Bahsettiğin sorunlar, üretimimizin önündeki engeller de aynı zamanda. Kamera önündeki, hikayelerdeki temsil ve sunum sıkıntısını aşmak konusunda öncelikle senarist / yönetmenin fikrine bakmak gerekiyor tabii. Neyi, nasıl anlatmak istediğiyle ilgili ortak hevesi taşıdıktan sonra da bu kez kamera arkasındaki temsille ilgilenmeye başlıyoruz. Sektörde uzun yıllardır çalışan, çok yetenekli kadınların, LGBTI+’ların, artık arzuları departman başı olarak, karar verici pozisyonda hareket etmek olsa da o fırsatı yakalayamadığını görüyorsunuz. Bu durum sırtımızı çeviremeyeceğimiz; “yapmak isteyen yapar, sizin dikkatiniz oraya fazla çevrilmiş diye öyle geliyor canım” gibi yaklaşımlara kulak veremeyeceğimiz ölçüde dengesiz seyrediyor. Örneğin Ceylan da ben de yapmak istediğimiz filmlerde bunun farkında karar vericiler olarak, mevcut eşitsizliği dengelemeye özen gösterdiğimiz adımlarla kuruyoruz ekibimizi.
Projeye birçok ünlünün destek vermesi bundan sonra buna benzer projeler için de bir umut ışığı oluyor kanımca. Bu destekler hakkında bir yapımcı olarak senin görüşlerini merak ediyorum.
Cadı Üçlemesi etrafında nasıl bir destek, dayanışma ağı oluşturduğumu paylaşarak yanıtlayabilirim bu sorunu. Üçlemenin ilk filmi 13+’yı Özge Özpirinçci ve Tülin Özen ortak yapımcılığında hayata geçirmiştik. 15+ için yola çıktığımızda öncelikle fonlar aracılığıyla finansal sürecimizi tamamlamaya çalıştık ama destek miktarları o kadar düşük ki. Örneğin Bakanlık’tan destek aldığımızda onunla sadece birkaç şehre gidiş, konaklama ve yeme içme giderlerimizi karşılayabildik. Oysaki bir filmi, pek çok ekip arkadaşımızın emeğiyle ve teknik giderlerle hayata geçiriyoruz. Post prodüksiyon bitince de filmin masrafları bitmemiş oluyor tabii. Yetenekli, sizinle bir filmi yapma hayalinde ortaklaşan insanlara ulaşıyorsunuz bu ülkede ama bunun en eksik ayağı da finansı tamamlama süreci oluyor. Konu buraya gelince, o kaynak bir türlü yaratılamıyor ülkede. İşte o zaman önce sektöre döndüm. 15+’da sinema sektörü dışından da destekçilerimiz var ama sektörden kadınların olmasını çok önemsedim çünkü sinema ekip işi ve uzun vadede üretmeye devam edebilmemiz için hep birlikte dayanışma göstermeye devam etmemiz gerektiğine inanıyorum. Kim, nasıl katkı sağlayabiliyorsa, birbirimizden haberdar olmalı ve koşullarımız, deneyimimiz, bilgi birikimimiz elverdiğince yan yana durabilmeliyiz. Her destek ya da yatırımcılık modelinin de proje özelinde tasarlanabileceğini düşünüyorum. Benim de kendimi ikna etmem ve süreci başlatmam bir günde olmadı ama hem filmin tamamlanabilmesi hem de filmin parçası olan herkes adına sağlıklı yapıyı kurmaya özen gösterdim.
Böylesine önemli bir konuya fon bulmak, yatırımcı bulmak kolay oluyor mu? Ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsun?
Türkiye’de film üretiminin içinde olmak başlı başına bir mücadele. Evet bir ticaretten bahsediyoruz ama gişede milyonlara hitap edecek formüllerle bezemediğiniz bir filmin fon / yatırım bulma ihtimalinin bizlerin yaşadığı gibi dramatik boyutlarda düşüyor olması ülkenin sadece ekonomik koşullarıyla değil eğitim ve kültür politikalarıyla da doğrudan bağlantılı. Fon diye adlandırdığımız kaynaklar nicelik olarak çok kısıtlı olduğu gibi nitelik olarak da yerlerde sürünüyor. Bir fonun niteliğini hem kapısının nasıl projelere açık olduğu hem de destek miktarları üstünden tanımlıyorum. Diyelim ki bir fon var ve orada gerçekten de sansüre takılmadan projenizi paylaşma olanağı buldunuz ve hatta destek aldınız. Bu meblağ öyle düşük oluyor ki, o filmi tamamlamanız için üstüne bulmanız gereken milyon TL’ler varken, çalacak başka kapınız olmayabileceğini fark ediyorsunuz. Bu durum, daha düşük bütçeli filmler tasarlamaya itiyor yönetmen ve yapımcıları ama düşük bütçeli filmi sadece prodüksiyon yetersizlikleriyle hayata geçen filmler olarak düşünmemek gerek. Senaryo geliştirme aşamasına da yansıyor bu durum. Tek ya da iki üç mekânda çekilmiş, görece daha kısa çekim haftasında hayata geçmiş ama senaryonun altından kalkılamamış ve dolayısıyla olmamış filmler üretmeye, izlemeye başlıyoruz. Direkt gişeye ya da TV’ye üretim yapmayan yönetmen ve yapımcıların da sinema üretiminin içinde olduğunu idrak etmiş, bu insanların filmlerini hobi niyetine tasarlamaya başlamadıklarının bilincinde karar vericilere ve yatırımcılara ihtiyacı var sektörün. Sinema pahalı bir sanat ve sadece kültür sanat camiasındaki insanlarla değil, ekonomi alanında deneyimli kişilerle de dirsek temasında olarak, sansürün karşısında da hep birlikte durmaya çalışacağımız modeller geliştirmemiz gerekiyor.
Ülkemizde kadın yapımcıların varlığı son yıllarda az da olsa bir artış yaşamaya başladı. Bunu neye bağlıyorsun?
Bunun çeşitli sebepleri var ama ben şu an, kadın yapımcıların görünür olmasına bağlamak istiyorumJ Sporda da müzikte de farklı disiplinlerde de örneklerini görürüz zaman zaman: Kadın voleybol takımımız başarılı olduğunda, voleybol oynamak isteyen kız çocuğu ve çocuğuna bu yolda destek olan ebeveyn sayısında artış olur örneğin. Bir şeyin mümkün olduğunu görmeye ihtiyacımız olması çok anlaşılır bir durum. Bu, hikâyelerdeki ve kamera arkasındaki temsilde de çok önemli bir nokta. Orada da harekete geçmez, başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösterme yolunda emek harcamazsak, birileri zannedecek ki sadece x, y, z hikayeleri, belli kişiler tarafından anlatılabilir. Sinema izleyicisi ve üreticisi olarak söylüyorum ki öyle olmak zorunda değil! Sektöre yeni giren biri, yolunu çizmeye çalışırken daha çok kadın yapımcı gördüğünde, o da isterse yapabileceğine inanıyor. Görüntü yönetmeni olmak istiyorsa, kadın görüntü yönetmeninin sayısının arttığını görmek ona da umut oluyor. Son birkaç yılda, sinemamızdaki kadın kurgucular mı arttı yoksa daha görünür mü oldular? Bu yumurta tavuk durumunu, dolayısıyla kadın ve LGBTI+ sektör arkadaşlarımın görünürlüğünü kıymetli buluyorum. Bu görünür olma halini de söylediğim gibi projelerimizde birlikte çalışarak, dayanışma göstererek birlikte inşa ediyoruz aslında.