Antalya Altın Portakal Film Festivali bu yıl 60’ıncı yaşını kutlayacak. 1964 yılında Metin Erksan’ın yönettiği “Acı Hayat” ile Halit Refiğ’in yönettiği “Gurbet Kuşları” filmlerinin ödüllendirildiği ilk festival, bugünden bakıldığında Türk sinemasının erken döneminde çiçek açmaya başlamış “ulusal” yani “yerli ve özgün sinema” anlayışının takdir edilişinin bir göstergesidir: Avni Tolunay ve eşi, Burhanettin Onat, İsmail Hakkı Onay, Hadi Yaman, Selahattin Burçkin, Mustafa Yücel ile Faruk Kenç’ten oluşan jürinin önlerine gelen seçkiden cımbızla çeker gibi Erksan ve Refiğ’e ödül yağdırmalarını çok manidar bulurum.
Ardından yıllar sonra, 2013’te adına bir sinema müzesi kurulan Behlül Dal’ın fikir babalığı yaptığı festivalin hayat bulması için çok çabaladığını herkes bilir. Dal’ın, 1964 yılı festival ödüllerinin dağıtılmasında bir dahli olduğu düşünülebilir ancak ben bugüne kadar, sinemanın en eski kuşaklarından bu meyanda bir bilgi alamadım.
Antalya Altın Portakal Film Festivali’yle 1986’da tanıştım. Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan bir törenle açılan festival korteji başlı başına bir şenlikti. Biz gazeteciler ve konuklar o zamanlar yeni inşa edilen bir otele yerleştirilmiştik. Otel çok güzeldi, Yeşilçam yıldızları, magazin muhabirleri, paparazziler ve biz sinema yazarlarına tahsis edilmişti (o lâ lâ) ama bir sorun vardı! Otel şehre on kilometre kadar uzaktı! Üstelik filmler sokak arasındaki sinema salonlarında gösteriliyordu. Katıldığım ilk festivalin sıkıntı veren yanları vardı ama heyecan verici yanları daha çoktu.
Festivalin ilk yıllarda çok mütevazı şartlarda yapıldığını, kalacak doğru düzgün otel bulunmadığı için konukların bungalovlarda kaldığını, her yıl giderek artan bir şekilde festivalin şehre, şehrin festivale omuz vererek bu günlere gelindiğini artık Altın Portakal’a ilgi duyan herkes biliyor. Zaten internette de festivallerle ilgili yığınla bilgi var. Zor olan bu bilgilerin sağlamlarına, hakikilerine nasıl ulaşılacağı…
57. Antalya Altın Portakal Film Festivali (3 Ekim-10 Ekim 2020) SİYAD jürisi üyelerinden biriydim. Korona salgınının tam göbeğinde festivale tahsis edilen özel bir uçakla Antalya’ya uçmuştuk. Ailem ve yakın çevremden pek çok kişi böyle kıyıcı bir salgının ortasında uçağa binip sinema salonlarında film izlemek için jüri üyeliğini kabul etmemi cesaret değil, delilik saymışlardı. Neyse ki festival ekibi sorunu seyirciyi açık hava sinemalarına yönlendirip jüriye ayrı salonda film izleterek çözmüştü. Ercan Kesal’ın başkanlık yaptığı Büyük Jüri ile SİYAD Jürisi olarak AKM’de seyircisiz yedi gün geçirdik. Festival sadece seyircisiz değil aynı zamanda başkansızdı! Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Festival Başkanı Muhittin Böcek, virüs kaparak hastalanmış daha sonra da entübe edilmişti. Gerçekten hüzünlü ve boynu bükük bir festivaldi.
Geçen yıl, Başkan Muhittin Böcek ile tanışma fırsatım oldu. Ertelenmiş geçmiş olsun dileklerimden sonra, bir festival başkanını yakaladığım hemen her seferinde yaptığım gibi, sağlam bir proje sundum. “Cumhuriyetin 100. Altın Portakalın 60. Yılı Festival Animasyon” projemi, danışmanlarından Osman Ayık Bey’e havale ederek, hayata geçirmek için iş birliği yapmamızı söyledi. Tabii ki, fikir babası olduğum bir projenin başında ve içinde olmayı umuyorum. Ancak şu ana kadar bir gelişme olmadı.
Bekliyorum.
Hüzünlü Haber
+++++++
Bir hafta önce SİYAD Başkanı Esin Küçüktepepınar’dan mail geldi: “Ayvalık Uluslararası Film Festivali direktörü, İstanbul Film Festivali eski direktörü, sevgili arkadaşımız Azize Tan, biricik annesi Süheyla Tan’ı kaybetti.”
Biraz sonra da Nuray Muştu aynı haberi WhatsApp yoluyla bildirdi. Sevgili Azize İstanbul Film Festivali direktörü olduğu yıllarda bizlere çok destek olan sinema yazarı dostu bir direktördü. Samimi, sıcak, mesafesi tam kararında ilişki tarzına daima hayran olurdum… Sevgili Azize, anne kaybetmenin ne demek olduğunu çok iyi bilirim, hâlâ kanayan ve acıyan bir yaram var, acını paylaşıyor, anneciğine Tanrı’dan rahmet diliyorum. Başın sağolsun.