Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?
Ankara’da seslerin azaldığı bir zamana doğmuşum. 12 Eylül Darbesi’nden birkaç gün sonra. Orada büyüdüm, sinema eğitimimi Ankara Gazi’de tamamladıktan bir süre sonra İstanbul’a yerleştim. Zira bir an evvel film yönetmeni olmak, hemen bir sinema filmi çekmek istiyordum. Fakülte yıllarından itibaren denemeler yapmıştım, bana kalsa bu denemeler İstanbul’a gelir gelmez hemen filme dönüşecekti. Tabi çok romantik bir yerden bakarak, içimdeki o sinema öğrencisinin nahifliği ile düşünmüştüm bunları. Bunun pek de öyle olmadığını anlamam uzun sürmedi. Ancak sektörde deneyimim arttıkça ve her fırsatta kenara çekilip senaryolar yazdıkça bir şekilde hayallerime yaklaştığımı da hissetmeye başladığımı hatırlıyorum.
“Eflatun” fikri nasıl ortaya çıktı? Yazım süreci nasıldı?
2013 yılında Sermet Yeşil ve Nazan Diper’in başrollerinde olduğu Sûret adında bir kısa film çektim. Filmin festival süreci ile çok ilgilenemesem de birçok yerde gösterilen ve ödüller alan bu filmi Ses, Nefes, Sûret adında üç parçalı uzun metraj bir film olarak tasarlamıştım. Eflâtun, bu üç parçalı yapıda ‘Ses’in yeni baştan düzenlenip geliştirilmesi ile ortaya çıktı. Fikrin çıkış noktasına dönecek olursam sese âşık olunabilir mi, görmediğimiz, tanımadığımız birisinin sırf sesine âşık olsak nasıl olur sorusundan yola çıktım. Ses renginin duygular üzerindeki etkisini merak ettim bir bakıma.
Yazım süreci ilk draft için epey sancılı idi. Kısa denilebilecek bir sürede, yaklaşık bir ayda yazmıştım. Fakat çok yoğun bir mesai ile ortaya çıkmıştı. Neredeyse iki yüz sayfalık metindi. Pek tabi bilinçli bir şekilde bu kadar uzun yazdığım metni her yeni draftta geliştirerek kısalttım. Sanırım bir senaryo, anlatmak istediklerinizi koruyarak kısalttığınızda daha gelişkin bir metne dönüşüyor.
Karakterleri yaratırken nelere dikkat ettin?
Uzun yıllar engellilik üzerine gönüllü çalışmalar yaptım. Bu süreçte birçok arkadaş edindim. Özellikle Eflâtun’u kaleme alırken görme engelli arkadaşlarımın yaşam biçimlerini gözlemlemem bana epey fayda sağladı. Çünkü dikkat kesildiğim asıl husus, karakterlerin kendi hayal dünyaları içinde kurmaca olsa da gerçek hayatta yer bulabilecek yapıda bireyler olmasıydı. Örneğin Eflâtun bir saat tamircisi. İlk bakışta kör bir insanın saat tamir edemeyeceğini düşünürüz ve bu durum bir tarafı ile kurmacadır. Ancak yaptığım araştırmalar, Türkiye’nin en önemli saat tamircilerinden Recep Gürgen ile bir araya gelişlerim, bunun kurmaca değil, gerçek hayatta da olabilecek bir şey olduğunu bana gösterdi. Böylece başta tamamen hayal ürünü olarak senaryoya eklediğim bu karakter özelliğinin gerçek hayatta da karşılığını bulmuş oldum. Öte yandan karakterleri biçimlendirirken duyguların nahifliğine rağmen karakterlerimi hep güçlü kılmak amacıyla yola çıktım. Aynı şekilde Oflaz karakteri de belki olağan bir yerden bakıyor gibi görünsem de modern zaman koşturmacası içinde zorunluluklara tabi olmuş, ancak artık daha sakin, huzurlu ve dingin bir karakter dönüşümü geçiriyor. Öte yandan Eflâtun ne denli seslere hassas ise Oflaz da o denli görmeye, anlamaya çalışan bir yapıda… Hem sureti hem aslını odağına alabilecek kadar olgun bir karakter. Sonuç itibariyle karakterleri oluştururken kurmaca duygusunu yitirmeden gerçeği de içlerinde barındırmalarını istedim.
Filmin teknik anlamda oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim. Oyunculuklar da öyle… Oyuncu seçiminde nelere dikkat ettin? Onları ikna etmek zor oldu mu? Kerem Bursin ve İrem Helvacıoğlu oldukça popüler isimler zira…
Oyuncularım, ekibim ve kendi adıma teşekkür ederim. İlk uzun metrajlı filmlerin günahı olmaz derler gerçi, fakat içimdeki titiz yönetmen ilk film de olsa her hususta yine azami özen göstermem gerektiğini hatırlattı bana. Oyuncu seçiminde ise önceliğim hayal ettiğim karaktere uygun yüz hatları, ses rengi ve iyi oyunculuk idi. Bu açıdan bakıldığında çok şanslıydım. İrem’in yüz hatları, Kerem’in ses rengi tam da hayal ettiğim gibi, sanki Eflâtun ve Oflaz olmak için oradalarmış gibiydi…
İrem ve Kerem’i ikna etmekten ziyade senaryonun onlarda uyandırdığı etki önemliydi. Bir bakıma onları ikna eden Eflâtun’un senaryosuydu. İrem de, Kerem de senaryoyu okur okumaz rollerini kabul etti.
Filmle ilgili çok sürpriz bozan durumlardan bahsetmek istemem ama mesela bu filmin bazı sahnelerinde “Sevmek Zamanı” filmindeki imkansız aşk tadını aldım. Sen ne dersin bu konuda?
Sevmek Zamanı altmışlı yıllardan bize kalan bir armağan gibi. Bu armağan ile anılmak çok hoşuma gitti. Eflâtun, günümüz aşklarının hızla başlayıp bitmesine, satın alınan bir şey rahatlığıyla hemen kenara atılabilmesine, içselleştirilmemiş ilişkilerin yapaylığına karşı nahif bir duruş sergiliyor diye düşünüyorum. Aslında bu duruş, belki birçok insanın dilediği, herhangi bir karşılık beklenmeden yaşamak istediğimiz aşk duygusundan başkası değil. Aşkı, karşılık beklemeden yaşamak istiyorsak imkansızın sınırında gezinmeyi de göze almalıyız bence.
Bundan sonraki süreçte hedeflerin neler? Yeni projelerin var mı?
Aslında hazır ve yazılmakta olan birkaç proje var. Ancak ilk hedefimiz pek tabi Eflâtun’u -aralarında görme engelli bireylerin de olduğu- olabildiğince çok kişiye ulaştırmak. Bu süreci atlatır atlatmaz şu anki adı “Beş Kadın” olan bir sinema filmine başlamayı planlıyorum. Paralelde Yunus Emre’yi bambaşka bir anlatım biçimi ile odağımıza aldığımız, Yağmur Kartal’ın yönetmenliğini yapacağı stopmotion kısa filmimiz “Biçare” var. Onu bu yıl bitirip festival sürecini başlatacağız. Sonrasında soluklanmadan fikir cümlesi Tuğçe Tamer’e ait olan savaş karşıtı bir filme başlamayı planlıyorum.