HAMAS’ın 7 Ekim 2023 sabahı Netanyahu Hükûmeti’ne beklediği bahaneyi vermesiyle İsrail Gazze’deki masum Filistin halkını hedef alan soykırım harekâtı devam etmektedir.
25 Mayıs itibariyle Gazze’deki soykırımda ölenlerin sayısı 35 bin 903’e, yaralı sayısı da 80 bin 420’ye yükseldi.
İşte Gazze’deki sivil halkın zaiyatı bu korkunç miktarlara ulaştığı günlerde milletlerarası camiada Filistin sorununa “iki devletli” çözüm vurgusu ve çağrısı yapan Devletlerin sayısı artış gösterdi; vurgu giderek daha güçlü hale geldi.
Filistin Devleti’nin diplomatik olarak tanınması yönünde taşlar yerinden oynamaya başladı. İspanya, İrlanda ve Norveç Hükûmetleri Filistin Devleti’ni tanıyacaklarını açıkladılar. Medyada başkaca devletlerin de Filistin Devletini tanıyabileceklerinin işaretlerinden söz edildi.
BM Genel Kurulu’nda 10 Mayıs’ta Filistin’in BM’ye tam üyeliğinin BM Güvenlik Konseyi’nde tekrar görüşülmesi talep karar 143 “evet” oyuyla kabul edildi.
Milletlerarası camianın Filistin sorununun halledilme şekline dair düşüncelerinde “gerçekçiliğe” yönelişin belirtilerini görmek barış namına sevindiricidir.
Ancak bu belirtilerin Gazze’de on binlerce halkının soykırıma uğramasından sonra ortaya çıkıyor olması da fevkalâde düşündürücüdür.
Çünkü, unutmayalım; Bosna- Hersek’te 1995’de savaşı sonlandıran Dayton Barış Antlaşması da, Yugoslavya’daki İç Savaş sırasında Bosna Hersek’in Srebrenitsa kasabasında 13-18 Temmuz 1995 tarihleri arasında 10 bine yakın genç ve yetişkin Müslüman erkeğin, Bosnalı Sırp güçler tarafından soykırıma tabî tutulmasının ardından imzalanabilmişti.
Milletlerarası camiada sözü geçen aktörlerin, BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK), diplomaside gerçekleri görebilmesi için bu kadar kan dökülmesinin gerekiyor olması BM sistemi bakımından büyük bir zafiyet, “barış” ve “güvenlik” bakımından ciddi bir tehlikedir.
Milletlerarası camianın, BMGK’nin BM’nin gündemindeki milletlerarası uyuşmazlıklar bakımından gerçekçi tutumlar takınmada gecikmemesi; uyuşmazlık bölgelerinde hüküm süren, ancak her an bozulabilir “sükûnet” ortamlarının varlığından istifadeyle sahadaki “gerçeklere” dayalı çözümler araştırılmasını süratlendirmesi BM’nin kuruluş amacının zaruri kıldığı ihtiyaçlardan biridir.
Bu ihtiyacın ertelenemez olduğu “bölgelerden” biri Kıbrıs adasıdır.
Bugün Filistin sorunu için bu kadar gecikmiş olarak ancak 36 bin Gazzeli’nin ölmesinden, 80 binden fazlasının yaralanmasından sonra belirmeye başlayan “iki devletli çözüm” gerçekçiliğinin, Kıbrıs adasında 1974’den bu yana hüküm süren “ateşkes” mutabakatına dayalı sükûnet ortamından yararlanılarak “Kıbrıs” uyuşmazlığının çözümü için zaman kaybedilmeden gösterilmesi bölgesel ve hattâ küresel barış için sanırız faydalı olacaktır.
Türkiye’nin diplomasisinin bugün Filistin davasında “iki devletli” çözüm için sarfettiği enerjinin sonuç alıcı olması temennimizdir.
Benzer enerjik tutumun “Millî Kıbrıs Davamızda” “egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm” ve bu çerçevede “KKTC’nin tanınması” uğrunda da sürdürülmesine de ihtiyaç vardır.
Bu yapılırken, Kıbrıs konusunda ülkemizde daima var olmuş bulunan, özellikle, 1954 – 1960; Aralık 1963 – 1968; 1974 – 1984 dönemlerinde Türkiye’de Siyasî Partiler arasından kendiliğinden oluşan millî mutabakattan kaynaklanarak yükseliş göstermiş olan heyecanın “Millî Dava ‘ya” yeniden hakim kılınmasını, zikrettiğim dönemlerdeki heyecanlı havayı yaşamış, teneffüs etmiş biri olarak temenni ederiz.