Geçtiğimiz hafta yurt içinde sürpriz faiz artışı gündemin ilk sıralarında yer aldı. Yurt dışı piyasalarda ise Fed’in politika faiz kararı ve Japonya Merkez Bankası’nın 2016’da başladığı negatif faiz politikasını sonlandırması yer aldı. İşte 10 başlıkta öne çıkanlar…
TCMB’den kura faizle müdahale
TCMB’nin bu ayki faiz kararına ilişkin beklentiler birkaç yabancı kurum ve Türkiye’de TEPAV’ın dışında bir değişiklik olmaması ancak Nisan ayındaki PPK’da ise bir artışa gidilmesi yönündeydi.
Bloomberg’in anketinde sadece Deutsche Bank ve Goldman Sachs, TCMB’den faiz artışı bekliyordu ve diğer tüm ekonomistler faizlerin sabit tutulacağını öngörmüştü.
Ancak geçen haftaki bültenimizde de belirttiğimiz üzere TCMB’nin üzerindeki baskı son hafta oldukça yükselmişti.
500 bp lık faiz ve 150 bp’lık gecelik faiz koridoru artışıyla metindeki şahin görünümün ardından gelen olumlu yabancı yorumları ise bu yoğun sıkılaşmayı destekler nitelikte:
Timothy Ash TCMB’nin beklenmedik faiz artışının “Bankanın bağımsızlığını geri kazandığına ve enflasyonla mücadele için ne gerekirse yapmaya hazır olduğuna işaret ettiğini” yazdı. Ash, X paylaşımında faiz artışının ay sonunda gerçekleşecek yerel seçimlere rağmen yapıldığına da dikkat çekti.
Generali Investments gelişen piyasalar stratejisti Guillaume Tresca da Bloomberg’e verdiği demeçte, “Özellikle seçim öncesi gelen bu karar Türkiye Merkez Bankası’nın bağımsızlığının arttığını teyit ediyor” ifadelerini kullandı.
Faiz silahını kullanmaya iten koşullar üç nedene bağlanabilir: İlki içerideki bireysel taleple yükselen döviz kuru, ikincisi merkez bankasının bu kuru tutmak için rezervlerle müdahalede bulunması sonucu haftalık TCMB verilerine göre brüt rezervin düşüş kaydetmesi ve Şubat ayında enflasyonun beklenti üstünde açıklanması…
Kur neden artış kaydetmişti?
Şubat ayı PPK metninde TL’nin reel olarak değer artışına yol açacak politikaların benimsendiği ifade edilmişti. Ancak diğer taraftan yaklaşan yerel seçimler, seçim sonrası oluşacak ekonomik görünümle ilgili olarak çok fazla spekülasyonun da ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
Talep artışını destekleyen faktörlerden biri genel seçimlerden sonra rasyonele dönüşle beraber görülen kurdaki yüksek oranlı artışken, diğeriyse yoğun altın talebi olarak gösterilebilir. Elbette ki tüm bunların temelinde yatan unsursa enflasyona karşı serveti koruma eğilimidir.
Tüm bu faktörler son bir ayda 21 Mart itibariyle yüzde 5’in üzerinde bir artışa yol açtı. Momentumu da yükselen kurdaki düşüş ise 500bp’ın üzerindeki ( ilave 300bp faiz koridoru) artışa rağmen sadece yüzde 1 düzeyinde oldu ve kalıcılığıysa tartışma konusu…
Rezervler neden 20 milyar dolar eridi?
Bu haftaki PPK kararında alınan 500 bp + artışa ilişkin en mantıklı sorulardan birinin temelini madem seçimlerden önce yüklü bir faiz artışına gidilecekti, o halde neden 20 milyar doları aşkın döviz rezervinin erimesine izin verildi? Sorusu oluşturmaktadır.
Her ne kadar yürütülen ekonomik programda bir kur hedefi olmadığı ve dahi serbest piyasa kuru uygulandığı ifadeleri kullanılsa da TCMB’nin açıkladığı haftalık brüt rezervler incelendiğinde kurdaki baskının arttığı süreçlerde rezervlerin de azalarak buna eşlik ettiği gözlemlenmektedir.
Ayrıca genel seçimlerden sonra rasyonele dönüş gerekçesiyle «serbest bırakıldığı» iddia edilen kurun (dolar TL) son bir yıldaki artış oranı yaklaşık yüzde 69 düzeyindedir.
Tüm bu görünüm kura rezervler yoluyla müdahale edildiğini göstermektedir. Öyleyse TCMB’nin geçtiğimiz ay , miktarsal sıkılaşma adımlarıyla bekle- gör yapmanın daha fazla maliyeti olacağını değerlendirdiği söylenebilir.
İçeriden IMF sesleri yükselirken; Goldman, iyimserlik aşıladı
TCMB’nin önden yüklemeli faiz artışı ve faiz koridoru seviyesini yüzde 1,5’tan yüzde 3’e çıkarması elbette çeşitli tartışmaları gündeme getirdi.
Bu tartışmalardan biri de sadece faizle kurun dizginlenemeyeceği bunun dışında maliye politikasının da bu duruma eşlik etmesi gerektiği yönündeydi ve IMF’e gitmek gerektiği de bu bağlamda savunuldu.
İçerideki bu karışık sinyallere karşılık, Goldman’dan gelen bir raporsa rüzgarın tersine döndüğünü, gösterircesine TCMB’yi ve ekonomi yönetimini destekliyordu.
Goldman Sachs, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) gerçekleştirdiği 500 baz puan büyüklüğündeki faiz artırımının enflasyon ve para biriminde değer kaybı beklentilerine yönelik tek seferlik bir adım olduğunu, bir faiz artırımı döngüsünün başlangıcı olmadığını belirtti.
Banka ayrıca kararın fiyatlarda istikrarı sağlama ve ortodoks para politikasına geçiş konularında Merkez Bankası’nın güvenilirliğini artıracağını da belirtti.
Değerlendirmede “Yıllık enflasyonun yılın ikinci yarısında keskin bir düşüşe geçerek yıl sonunda yüzde 33’e gerilemesini ve TCMB’nin üçüncü çeyrekten itibaren para politikasını gevşetmeye başlayarak 2024 sonunda yüzde 32,5’e ulaşmasını beklemeyi sürdürüyoruz” denildi.
Bizim görüşümüzse bu iki zıt görüşün tam ortasında yer alıyor: Ne IMF’e gidecek kadar çaresiz, ne de sadece faiz artışıyla her şeyi düzeltecek kadar steril bir ekonomik görünüme sahibiz ve elbette Nisan ayından sonra buna yönelik sinyalleri ekonomi yönetiminden almaya başlayacağız.