Yeşil Sol Parti’den Diyarbakır’da milletvekili adayı olan deneyimi gazeteci Cengiz Çandar, 15 Temmuz konusunda Erdoğan rejiminin söylemleriyle konuşmayı doğru bulmadığını belirterek ’15 Temmuz’un ne olduğu konusunda daha yolun başında bile değiliz. 15 Temmuz’dan bu yana bu ülkeye ve dünyaya anlatılan olayın gerçekten o olay olup olmadığından ben emin değilim. 15 Temmuz’un ne olduğunun daha deşilmesi gerekiyor.’ dedi.
Çandar ’15 Temmuz’un ürettiği söylemlerle konuşmayı sevmiyorum. Gülen cemaati 15 Temmuz’da tankla topla meclise saldırarak, bu kadar insan öldürerek insanların İslam’dan uzaklaşmasına yol açtı şeklinde bir tez konuşulacaksa önce şu konuşulmalı. 15 Temmuz gerçekten bize söylenen şey miydi önce onu bir tartışalım.’ ifadelerini kullandı.
15 Temmuz’un bazı Gülen cemaati mensuplearını da katıldığı daha karmaşık bir olay olduğunu düşündüğünü aktaran Cengiz Çandar, 15 Temmuz mevcut rejimin bilgisi dahilinde kontrollü olarak Gülencilerin de dahil olduğu bir olay. KHK’lı on binlerce kişi var bu ülkede, hayatları karartıldı. Bu insanların hepsi darbeci mi şimdi? Darbeden haberdarlar mıydı ya da sorulsa onaylayacaklar mıydı bunu? Hiç emin değilim. Çok büyük bir kitle mağdur. Çok dallı budaklı bir iş bu. Fakat benim için bundan daha önemlisi insanların İslam’dan uzaklaşmasında AKP iktidarı kadar etkisi yok Gülen grubunun. İnsanların Türkiye’de İslam’dan uzaklaşmasında başrol oynayan AKP hükümeti.’ şeklinde konuştu.
T24’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Cengiz Çandar özetle şunları söyledi:
– Hiç oy verdiniz mi AKP’ye?
Verdim, bir kere. 2007 seçimlerinde.
– Bir de referandumda “evet” dediniz. “Yetmez ama evet” dediniz.
Referandum AKP’nin seçimi değildi.
– Ama onların hazırladığı bir anayasa değişiklik paketiydi.
Evet ama Avrupa Konseyi onaylı bir belgeydi.
…
– Burayı biraz netleştirelim, yani eleştirinin ne olduğunu. Siyasal İslamcıların demokrasi getirmesine yönelik yüksek beklentiniz burada mevzu bahis olan. “Siyasal İslamcıdan demokrat zaten çıkmazdı” şeklindeki kanaatin yaşananlardan sonra bugün iyice güçlenmiş olması da sizi hedef tahtasında bırakıyor.
O sırada bunu bilmiyoruz ama. Hiçbir yerde olmadığına dair çok fazla örnek de yoktu o dönemde. Türkiye’dekiler Humeyni’nin Şii doktrinine dahil değillerdi. Ben öyle görmedim ama meğer Müslüman Kardeşler ile iltisaklı imişler. Müslüman Kardeşler de Mısır’ın meşru siyaset dışına itilmiş mağdur bir akımı, seçime girse kazacak. Nitekim bir zaman aralığında kazandılar. Ama iktidarda kalsalar anti-demokratik uygulamalarda bulunup bulunmayacaklarını bilmiyoruz.
Bize bu eleştiriyi getirenler bir önyargı ile “Müslümandan demokrat olmaz” diyor. E Malezya’da nasıl oluyor. Enver İbrahim nasıl bir siyasetçi?
O dönem bu Türkiye’de denenmemiş bir şeydi. Türkiye bir yönüyle batılı, kurumları olan, demokrasinin iyi kötü 1876’da 1908’de ve en önemlisi 1946 sonrasında kurumlaşarak kökleştiği bir ülke olarak denemeye değer bir ülkeydi. Şimdi geldiğimiz noktadan geriye bakarak; “İşte gördünüz mü, biz haklı çıktık” diyenlere şunu sormak isterim: Sen bunu görerek mi haklı çıktın? “İslamcılar demokrat olamaz” önyargısı, o dönem laboratuvarda test edilmemiş bir denklem.
…
– Peki bugünden geriye bakarak yeniden sorayım o halde. Türkiye’de AKP’nin iktidarı ve epeyce bir süre Fethullahçılar eliyle desteklenen siyasal İslam denemesinin neresi ve neden çöktü size göre? Fethullah Gülen ve takipçilerinin şiddete başvurması mesela siyasal İslam tecrübesi açısından ne söylüyor bize?
Birincisi 15 Temmuz’un ne olduğu konusunda daha yolun başında bile değiliz. 15 Temmuz’dan bu yana bu ülkeye ve dünyaya anlatılan olayın gerçekten o olay olup olmadığından ben emin değilim. 15 Temmuz’un ne olduğunun daha deşilmesi gerekiyor. Dolayısıyla da 15 Temmuz’un ürettiği söylemlerle konuşmayı sevmiyorum. Gülen cemaati 15 Temmuz’da tankla topla meclise saldırarak, bu kadar insan öldürerek insanların İslam’dan uzaklaşmasına yol açtı şeklinde bir tez konuşulacaksa önce şu konuşulmalı. 15 Temmuz gerçekten bize söylenen şey miydi önce onu bir tartışalım.
“Türkiye’de insanların İslam’dan uzaklaşmasında başrol AKP’nin”
– 15 Temmuz’u Fethullahçıların yapmadığını mı düşünüyorsunuz?
Onlardan bazılarının da içinde olduğu daha karmaşık bir olay.
– İma ettiğiniz şey nedir?
15 Temmuz mevcut rejimin bilgisi dahilinde kontrollü olarak Gülencilerin de dahil olduğu bir olay. KHK’lı on binlerce kişi var bu ülkede, hayatları karartıldı. Bu insanların hepsi darbeci mi şimdi? Darbeden haberdarlar mıydı ya da sorulsa onaylayacaklar mıydı bunu? Hiç emin değilim. Çok büyük bir kitle mağdur. Çok dallı budaklı bir iş bu. Fakat benim için bundan daha önemlisi insanların İslam’dan uzaklaşmasında AKP iktidarı kadar etkisi yok Gülen grubunun. İnsanların Türkiye’de İslam’dan uzaklaşmasında başrol oynayan AKP hükümeti.
– Şimdi bu tespitiniz nedeniyle yine Gülenci yaftası yiyeceksiniz. Zaten milletvekili adaylığınız açıklandığından beri yıllar önce bir TV programında Gülen’i takdim ettiğiniz kısa video sosyal medyada dönüp duruyor.
Türkiye’de dünyada görülmemiş bir şey cereyan etti. Gülen cemaati 15 Temmuz öncesinde siyasal İslamcı mı? Evet, siyasal İslamcı. Şiddet yanlısı mı? Yok, ılımlı İslam. Peki AKP neye giriyor? O da ılımlı İslamcı. Gerçi kendilerine “muhafazakâr demokrat” dediler. Ama bütün kurucu kadroları Millî Görüş hareketinden gelme. Yani Türkiye’deki siyasal İslam’ın örgütsel arka planından devam eden insanlar.
…
– Cumhurbaşkanı Erdoğan hâlâ bunu deniyor ama. 14 Mayıs “Seccadeye ayakkabıyla bastılar” türünde bir propaganda ile gidiyor yine.
İslam dışı her şeyi yaptı. Bir kere Türkiye’deki seçiminin adı zulüm rejimi. Gerçekten Müslümanlığın bir sürü akidesini benimsiyorsanız İslami bir zulüm rejimi olmaması gerekirdi, ama var. Dolayısıyla benim açımdan hazin bir durum çünkü yıllarca İslam ile demokrasinin olabilirliği üzerine kafa yormuş, buna enerji harcamış biriyim. Olmadı, olmayacak ve olmamalı.
…
– Değer miymiş peki AKP’ye koruma içgüdüsüyle yaklaşmaya?
Bunu Ahmet Sever kitabını yazarken ona söyledim. İlkesel olarak haksızlık ve adaletsizlik varsa demokrat kimliğime o haksızlık ve adaletsizliğe karşı çıkmak durumundayım. Onların ondan sonraki tavrını görünce bu kadar büyük bir dürtüyle destek çıkmazdım heralde diye tahmin ediyorum. Ama değer miydi? Hatırlayın, 2007’de yüzde 49 oyla iktidara geliyorsunuz iki gün sonra kapatma davası açılıyor. Böyle saçma şey olur mu? İkincisi, “AB’ye üye olmak istiyorum” diyor bu parti. E ben de istiyorum, dolayısıyla da AB süreci için yaptıklarını destekliyorum. Buysa… Ergenekon ve Balyoz’a zemin teşkil eden darbe planlamalarına karşı mısın? Evet, karşıyım.
– Ama onların çoğunun bir kurgu olduğu da ortaya çıktı.
Tümünün değil ama.
– Çoğunun…
Fethullah Gülen cemaatinin Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülük tam da odur işte. Bu davaları, bu soruşturmaları meşru zeminden kendi iktidar mücadelesi için kötüye kullanmaları oldu. Berbat bir şey.
…
– Kendisine değilse bile bu eleştirileri cemaatinden başkalarına söylediniz mi?
Çok az sayıda. Türkiye’de kimseye aleyhimde koz vermemek için hiç temas etmedim. Zaten demin gönderme yaptığınız gibi Gülenci diye sosyal medyada operasyon yapılmaya çalışılıyor, bir de yurtdışında görüşsem “İşte bu Gülenci” diyecekler. Onun için uzak durdum. Biraz canım da sıkıldı bu işe çünkü bir kısmını da gayet iyi tanıyorum. Oturur bir çay içersiniz konuşursunuz, ne var yani. Ama “neme lazım” diye yapmadım.
– Ne zamandan beri bu mesafeyi koydunuz?
15 Temmuz’dan sonra koydum. 15 Temmuz’da hiç rolleri olmadığına da ikna olmadım. Türkiye’de devlet her yerde var. Gülen cemaati zaten devletin içinde ve devletle çok bitişik bir yapılanmaydı. Dolayısıyla 15 Temmuz içinde devletin bazı unsurlarının da Gülen cemaati unsurlarının da bulunması çok anlaşılır bir şey. Ama ben bunu devlet için bir operasyon olarak algılıyorum.
– Size devletin belli bir kısmının da 15 Temmuz operasyonun içinde olduğunu düşündürten nedir? Kimdir bu operasyonun içinde olanlar?
Erdoğan’ın haberdar olduğu kanısındayım. Başka bir tez de var “Bunu Erdoğan yaptırttı” diye. Ben o kanaatte değilim. Ama haberdardı, yani hazırlıklıydı. Bunu Kılıçdaroğlu da söylemeye başladı zaten. Erdoğan haberli ve devletin içindeki unsurlar tarafından bunun önlemleri alınmış ve “gel gel” yaptırılmış adeta. Evet risk aldı ama bunun kontrollü biçimde bunun sonuçlarından yarar sağlayacağı hesap edildi. İşte Allah’ın lütfu. Ben o gece sabaha kadar Stockholm’de izledim her şeyi. Düşünün İstanbul’da o kadar insan ölüyor. Sabaha kadar cepler halinde çatışmalar devam ediyor. Sabahın erken saati ve cumartesi günü yüzlerce hâkim, savcı, anayasa mahkemesi üyesi tutuklanıyor. Ya bu devlet ne zaman bu kadar randımanlı çalışmaya başladı?
Belli ki bir liste var. Hemen hızla alıyorsanız bunları, bir hazırlıklı olma hâli var demektir. Bu işin kontrollü bir darbe girişimi olduğuna dair çok fazla parmak izi bıraktılar. Ondan sonra da TBMM soruşturma komisyonuna hayati önemdeki bazı isimlerin gitmemesi… Daha bu “15 Temmuz neydi” pilavı çok su kaldırır. Ama tekrar edeyim, Gülen cemaatinin en büyük günahı Ergenekon ve Balyoz gibi soruşturmaları çığırından çıkartmasıdır.
– Peki ya 15 Temmuz’daki günahları?…
Şimdi orada şunu söylemeye çalışıyorum; bu işler devletsiz olmaz. Mesela Adil Öksüz diye bir figür çıktı ortaya. Kimdir bu adam? Bu Adil Öksüz Gülen cemaatinin önemli bir şahsiyeti mi gerçekten, yoksa devlet güvenlik sisteminin Gülen cemaati içine başarısız bir darbe yapma talimatıyla yerleştirdiği adam mı? Bilmiyorum!
– Şuraya dönelim. Siz Gülen cemaatinin en büyük günahının Ergenekon ve Balyoz gibi soruşturmaları çığırından çıkartması olduğunu söylüyorsunuz. Çünkü bu nedenle askeri vesayetle doğru düzgün mücadele etme imkânı kaçtı. Yanlış özetlemiyorum di mi?
Tabii, tabii. İş bir anda ‘Ergenekon kumpası’ oldu. Bunu demiyorsanız sanki siz de o kumpasın yanındasınız gibi bir hava yaratıldı. 2002-2003-2004 yıllarını hatırlayın. Asker içinde AKP iktidarını darbeyle al aşağı etmek isteyen bir kesim yok muydu yani?
…
– Tüm bunları hatırlatarak gelmek istediğim nokta başka. Bugün Türkiye’de birileri sizden “Ben Türkiye’ye bu kadar kötülük yapmış bu adamlar konusunda yanılmışım. Bunlar korkunç adamlarmış. Fethullah Gülen’i televizyonlarda ılımlı bir dini figür olarak övdüğüm için çok pişmanım” demenizi bekliyor.
Hayır, demeyeceğim. Bir, o lafları söylediğim için pişman değilim. İki, bunu benden isteyenlerin gönlünü hoş tutmak gibi bir zorunluluğum yok benim. O sosyal medyada dolaşıma sokulan kısa video 1997 yılından. Fethullah Gülen’in dinler arası bir diyalog sembolü olarak piyasaya yeni çıktığı bir dönemdi. NTV’de Taha Akyol ile program yapıyorduk. Her hafta bir konuk çağırıyorduk ve rotasyonla sunum yapıyoruz. Gülen bir hafta sonra konuk gelse açılışı Taha Akyol yapacaktı mesela. O bölümde sunum görevi bende ve programın açılışında tam da bu söylediğim Gülen’in dinler arası diyalog kurma iddiasına hatırlatarak Ahmet Yesevi‘ye gönderme yapıyorum, o düşünce pınarının bugünkü devamı gibi gözüktüğünü filan söylüyorum. Öyle görüyorduk o sırada. Şimdi 1997 yılında bu lafları ettiğimde bu adam herkes tarafından böyle görülüyorsa, Bülent Ecevit’ten Tayyip Erdoğan’a Tansu Çiller‘e hepsi için muteber bir adamken, Papa tarafından Vatikan’da kabul edilen bir adam iken, bütün dünya tarafından o dönemki imajı bu iken ben de bu algılamanın yansımasını bir televizyon programında dillendirmişim. Aradan 26 sene aradan sonra bana “Gülenci” demek saçma sapan bir şey. Pişman mıyım? Ne pişmanlığı… O sırada öyle düşünüyordum, öyle söyledim.
– Muhalefet kazanırsa Kürt meselesinin kaderi ne olur?
Kürt sorununun çözümüne gelmeden Türkiye’nin bir iklim değiştirmesi lazım. Demokratikleşme zemininin oluşması, betonun bir dökülüp sıvanması lazım. İnşaatı onun üzerine yapmaya başlayabiliriz. Kürt sorunu ve demokratikleşme siyam ikizleri benim için. Türkiye Kürt sorunu çözülmeden demokratikleşemez, Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorunu da çözülmez. Ama bütün bunlara başlamak için önce demokratikleşme ikliminin olması lazım. Önce en anti-demokratik uygulamalarla tutsak edilmiş ülkenin hem Kürt seçilmiş temsilcileri hem diğer demokratik şahsiyetleri Türkiye’nin siyasi ortamına geri alınmadan iklim değişikliği olmaz. Öncelikli mesele budur. Genel siyasi affa doğru götürmek gerekiyor Türkiye’yi. Yargıyı her şeyiyle değiştirmeye başlamak gerekiyor. Ondan sonra da Kürt sorununun çözümü için yola çıkabilmek için çok tayin edici bir işlev ve konum lazım. O da siyasi kararlılık ve bunu gösterecek güçlü bir figür.