27 Mayıs’ta vizyona girecek olan senaryosu Birol Güven’e ait olan, Emre Kavuk’un yönettiği “Dijital Esaret” filminin başrol oyuncularından Yeşim Alıç’la film ve sanat hayatı üzerine bir röportaj yaptık. İyi okumalar…
Öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz? Sinema ve oyunculukla yolunuz nasıl kesişti?
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro ana sanat dalı mezunuyum. Yıldız Kenter’in öğrencisiyim demekten gurur duyduğum bir öğrenciliğim oldu. Ardından Londra’da Laban Dance and Movement okulunda -şimdi Konservatuvar oldu hareket ve dans eğitimimi tamamladım ve kendi okulumda öğretmen olarak başladım. Sahnede profesyonel olarak oyunculuğa başlamam Dormen Tiyatrosu’nda oldu. İlk sinema filmim, TRT yapımı olan “Solgun Bir Sarı Gül” ardından “Cumhuriyet” filminde Mevhibe İnönü’yü oynadım. Afife Jale ‘en başarılı kadın oyuncu’ ödülünü “Tarla Kuşuydu Jülyet” oyunuyla aldım. Viyana’da “Feldenkrais metod” eğitimini tamamladım. Oyunculuk, sahnede beden kullanımı -hareket ve dans eğitmenliğim beni Devlet tiyatrosunda koreograflığa taşıdı. Amadeus oyununun hareket düzeni ile başladım ve 2012 yılında Eskişehir Şehir Tiyatosu’nda “Keşanlı Ali” oyunuyla ilk koreografi ödülünü aldım ve 2016 yılında hem başrolünü oynadığım hem koreografisini yaptığım “Erkek Arkadaş” adlı Broadway müzikaliyle o yıl verilen tüm Koreografi ödüllerini İstanbul Devlet Tiyatrosu’na getirdim. Bu arada rol aldığım diziler oldu. Oyunculuk-beden-hareket hepsi birbirini aşkla besledi bu yolda.
“Dijital Esaret” projesini kabul etme sebepleriniz nelerdi? Role hazırlanırken nasıl bir yol izlediniz?
Öncelikle bu filmi bir farkındalık projesi olarak gördüğüm için kabul ettim. Dijital dünyanın renkli ışıklarından bakan pek çok bakış açısına karşı dijital dünyanın gençleri esir alma düşüncesiyle ele alan örnek bir proje. Biz bu filmi çekeli oldukça uzun zaman oldu, tam vizyona girecekken Covid-19 dikildi karşımıza. Ardından yurtdışında bu konuyu işleyen başka projeler de yapıldı ama konu güncelliğini yitirmedi. Aradan zaman geçmesine rağmen tüm genç ve yetişkinlerin kendilerini hatırlayacağı, salondan kimi sorularla ayrılacağından eminim.
Rol için özel bir hazırlık sürecim olmadı, yol haritam senaryo oldu. Karakter çok derinlikli ve özel hikayesi olan bir karakter olmamasına karşın kampın önemli figürlerinden. Bedensel kurgu üzerinden yapılandırdım daha çok. Birinin sadece yürüyüşü pek çok şey anlatır kimi zaman, sessizliğin sesi, hareketsizliğin hareketi, görünenin gölgesi…
Gölge nasıl bir karakter? Onda kendinizden bir şeyler buldunuz mu hiç?
Oyuncunun yarattığı karakterin hammaddesi, kaynağı her zaman kendi geçmişi, hayal gücüdür. Elbette bununla sınırlamaz, kendini gördüğü, gözlemlediği, duyduğu, hissettiği şeyler de karışır kendi doğasına… Gölge, otoriteyi işler kılan bir karakter ancak arka planda şefkatli ve sıcak. Görünüşe aldanmamak gerek, dijital dünyada olduğu gibi…
Usta oyuncu Rasim Öztekin’le çalışmak nasıl bir duyguydu? Onunla ilgili neler söylemek istersiniz?
Türk Tiyatrosu’nun yapı taşlarından biri Rasim ağabey… Deniz derya, ilkeleri olan erdemli bir sanatçı… Dili geçmiş kullanmayacağım çünkü bazı kişiler öyle topraklar bırakır ki ardında siz üzerinde hala lavantalar, ayçiçekleri, papatyalar yetiştirebilirsiniz. Suretten gayrı bir burada oluş, emeği ile var olmuş bir büyük USTA…
Bir oyuncu olarak çalıştığınız yönetmenlerle fikir alışverişi yapma konusunda nasıl bir yol izliyorsunuz?
Oyuncu ve yönetmen, tek hedef doğrultusunda farklı hayal güçleriyle bir kurguyu somutlaştıran bir bütündür. Yönetmen bir dünya hayal eder elindeki senaryo ile… Bazı yönetmenler bu hayal dünyasına başka bir dokunuş tercih etmez, bazıları ise birlikte yol almak ister. Ancak kimi oyuncu için de aynı şey geçerlidir kendi kurgusunu oynamak ister. Burada hangisi iyi- kötü gibi kısır bir döngüye girmek istemem.
Benim rahat ettiğim çalışma biçimi, önce yönetmenin hayalini dinlemek sonra kendi hayalimi anlatarak ortak bir gerçeklik yaratma üzerine. Ne yönetmen, ne oyuncu benim dediğim doğru derse bu sadece yaratıcılığı kısıtlar. Günün sonunda yaptığımız şey bir hayali birlikte büyütüp seyirciyi bu hayalin gerçekliğine inandırırken bazen gözyaşınızla bazen kahkahanızla bu hayal gerçeği yaşamanızı sağlamak. İşte bizi alkışladığınızda hissettiğimiz: mutluluk… Bir çocuğun kendini annesinin gözlerinde tanımlaması gibi…
Filmin konseptiyle ilgili olarak dijital dünyanın insanları esaret altına aldığını düşünüyor musunuz? Olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir sizce?
Elbette dijital dünyada bilgiye erişim, hepimizin hayatını çok kolaylaştırdı. Ben Londra’daki okulumu açık adresle gidip bulduğumu anlattığımda öğrencilerim şaşkınlıkla bakıyorlar. Ancak son zamanlarda Dijital Obezite diye bir kavram oluştu, tabii ardında Dijital Detox kavramının gelmesi de kaçınılmaz oldu. Eğer gün içinde kullandığımız baytlar kalori olsaydı, vinçle dışarı çıkamayacak kadar genleşmiş büyük bedenlerimiz olurdu.
Dijital dünyanın içinde duygularımız, hislerimiz, düşüncelerimiz son hızla hareket ederken, başka bir deyişle tüm benliğimiz sonsuz bir hızın içinde taklalar atarken yine aynı duygu, his, düşüncenin somutlaştığı bedenimiz hareketsiz hatta donmuş hale geliyor. Yani bizi insan yapan özelliklerimiz felç olmaya başlarken, parmaklarımızın ucuyla var olmaya çalışıyoruz. Dijital dünya bize veriye bilgiye ulaşım özgürlüğü veriyor ancak burada özgürlük tanımımızı gözden geçirmeliyiz gibi görünüyor. Özgür olabilmek için alternatifler gerekir ve evet dijital dünya bize pek çok alternatif veriyor. Ancak bu noktada neyi seçtiğimiz belirleyici… Dolayısıyla özgür olabileceğim seçeneklere sahip olmak ile seçim yapabilme kabiliyeti devreye giriyor. Seçim yapabilmek için öncelikle ne istediğimi bilmem gerekir ancak acaba kendimi içinde bulduğum bu hızlı dünyada kendi ihtiyaç ya da yönelimlerime göre mi seçim yapıyorum yoksa şu grubun, bu paylaşımın bir parçası olarak bir var olma esaretiyle mi dahil oluyorum? Aslında esaret dediğimiz şey kendi elimizle kurduğumuz işlevsiz alışkanlıkların plazası. Alışkanlıklar tekrarla, yinelenen davranış ya da düşüncelerle sinir sisteminde kodlamalar yaparak oluşuyor ve artık normal olarak algılanıyor. Bir süre sonra farkındalığımızı yitirerek normal algısıyla kol kola girdiğimiz alışkanlıkların anksiyete yaratmaya başlaması kaçınılmaz, hem zihinsel hem fiziksel deformasyon oluşturuyor. Gittikçe daha fazla kişinin, hesabın, parolanın, profilin ve ekran cihazının ağırlığı altında sessizce ve görünmez bir şekilde boğuluyoruz. Pek çok farkındalık çalışmaları yapılıyor, çok kıymetli ancak “sadece fark etmek mutsuzluk getirir” çünkü fark ettiğim şey alışkanlıklarım ve alışkanlıkla bilinçle verilen komutlarla sinir sisteminde değişiklik yapma kapasitesine sahip değil. Fark ettim ki sosyal medyada çok fazla zaman geçiriyorum- o halde daha az zaman geçireyim – demek işe yaramıyor. Bu sebeple fark etmek işlevsel eylemi bütünlüklü bir organizasyona yönlendirmediği takdirde, davranışta bir değişim yaratmak da mümkün değil. Bu bütüncül organizasyon duygu, düşünce, his ve hareketin birlikte somutlaşması.
Diğer bir konu kelimeler- ifadeler ve hayatımıza nasıl sızdığı ile ilgili… Paylaşım ve beğeni hepimizin bildiği ve günlük konuşmada normal kabul ettiğimiz tanımlar. Ama… biz neyi paylaşırdık ve nasıl paylaşırdık, kimle paylaşırdık çocukluğumuzda? Bazen bizim için kıymetli bir şeyi, aç olduğumuzda yemeğimizi… Arkadaşımızın kederini bazen hiç konuşmadan elimizi omzuna koyup paylaşırdık acısını, dokunarak, elimizin sıcaklığıyla… Bazen sadece gözlerimizle sarılırdık birbirimize, bilirdik yalnız değildik, paylaşacağım, beni anlayan, sıcaklığıyla orada olan biri vardı? Sadece cevabı size açık bir soru cümlesi bırakıyorum buraya. Çocukluğumuzda kimle neyi paylaşırdınız ve bunu düşündüğünüzde ne hissediyorsunuz?
Sosyal medya ile aranız nasıl? Günde ne kadar zamanınızı geçiriyorsunuz sosyal medyada?
Yukarıdaki cümlelerimden sosyal medya ya da dijital mecraya uzak olduğum anlaşılmasın elbette ilgi alanım ve yönelimlerime göre ben de kullanıyorum ve iyi ki var… Ancak kelimeler sihirlidir, sosyal medyayı Kullanıyorum- Zaman GEÇİRİYORUM arasında çok fark var. Bazen 1-2 hafta Instagram’a girmediğim oluyor, hatta hiç paylaşım yapmıyorsun diye aldığım mesajlar var. Ama özellikle şu an üzerinde çalıştığım bir konuda bilgiye ulaşmak için 2-3 saat interneti kullanıyorum.
Son olarak yakın zamanda rol alacağınız projeleri sormak istiyorum…
Şu an planlanmış bir projem yok ancak şöyle diyelim:
PEK YAKINDA
Sevgiyle…
Fotoğraflar: Ece OĞULTÜRK