Kerem Kiraz

ACI KAYBIMIZ…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yükseköğretim sistemi kendimi bildim bileli sorunludur. Sistemin bir hiyerarşik yapıya sahip olması, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununun üniversite rektörleri ve yöneticilerine silsileli olarak geniş yetkiler sağlaması iktidara kim gelirse yönetimle olmayanları ezmiş, tüketmiş, sindirmiş, bastırmış, aklını başından almıştır.

1980 yılında Rahmetli İhsan DOĞRAMACI hazırladı bu “cendereye”’yi üniversitelere…

Görünen o ki; durum tam da bir cadı kazanı… Kırk akıllı çıkaramıyor bu atılan taşı kuyudan…

Kaldıracağım diye iktidara gelen herkes YÖK’Ü kaldırmamış vesselam.

Sözler tutulmamış, akademi kendini geliştirememiş, gelişimini, değişimini tamamlayamamış. Üniversiteler, ülkemiz için hedeflenen, beklenen ve dahi umulanı da gerçekleştirememiştir.

“Yükseköğretimde Hedef Odaklı Uluslararasılaşma” gibi süslü püslü hazırlanan niyet beyanları, raporlar, “Strateji Belgeleri” vs. hepsi tozlu raflarda… Dostlar alış verişte görsün.

İsmet Paşa önderliğinde, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla, Türkiye genelinde 21 bölgede kurduğumuz “köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak, köy ilkokullarına modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretecek öğretmen yetiştirecek” köy enstitülerini kapattık, dünyanın gıpta ile baktığı müthiş eğitim hamlesini yok ettik onun yerine şehirlerin içinde, iki bina arasında, ruhu olmayan, paralı, mezun olunca işe girip giremeyeceği meçhul mezunlar veren, konuttan devşirme “ünidersiteler”’ kurduk.

Şehirler yetmedi “ekonomik aktivite” olsun, oralardaki çaycı, çorbacı, lokantacı, ev sahibi, otel sahibi de doysun, para kazansın diye ilçelere de yüksekokullar kurduk…

Sonuç mu?

2020 yılında, ABD 44 bin 293, Almanya 25 bin 954, Japonya 21 bin 841, Çin de 13 bin 432 patent başvurusu yaparken Türkiye sadece 594 adet patent başvurusu yapmış…

Enflasyonun diploma cinsi…

Hiper diploenfsomasyon…

Gel sonra Ay’a çık…

Zıpla zıpla çıkarsın aya zıpla!

YÖK, ne menem bir sistemse YÖK’Ü kaldıracağım diye gelenler YÖK kaldırmamış, Neyzen rahmetlinin dediği gibi “Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti, Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!” misali, “gücü ele geçirenin yumruğu” halini almış, kalksın diyenlere, akademik özgürlük arayanlara gökten sopa olmuş YÖK YÖK YÖK diye yağmış, kafalara-kafalara inmiştir.

Gördük…

Üniversitelerin atanmış yöneticileri atayanlardan geri durur mu? Elbette hayır, onlar da kah kendilerini atayanların, kah kendi dünya görüş ve bakışlarının sopayök’ü ile “sen demek taraf değilsin, ol bertaraf” diyerek, “yönetimde olmayanların”, “yönetimle olmayanların”, “muhalif duranların”, “yan bakanların”, “dik duran öğretim üyelerinin” “kafalarına-gözlerine” “yeksopa” olarak inmişlerdir. Karşıtlarının veya karşıt gördüklerinin “özlük haklarını”, “tez öğrencilerini”, “verdiği derslerini”, “odalarını”, “yolluk-yevmiyelerini”, “araştırma projelerini” gömmüşlerdir.

Duyduk…

Enstitülerin, üniversitelerin “yıllanmış kadrolarını”, oturdukları yerden kaldırmak asla mümkün gözükmüyor birçoğunda. Ya da bir arkadaşı biniyor inen arkadaşının yerine derken bu hâkimiyet de dolayısıyla değişmiyor.

Üniversitelerde birbirini kollayan-koruyan gruplaşmalar bugün daha görünür haldedir. Eğer o hâkim guruptan değilseniz bittiniz siz…

Bu katı statik, ahbap-çavuş ilişkilerle bezenmiş, yakındaşlarını kadrolara almakla meşgul abiler yenilikçilere de adım attırmıyorlar. Yenilikçilerin çağdaş yapılanma önerileri, yenilikçi konular üzerine çalışma istekleri hep reddediliyor. Hem de gerekçesiz…

Reddettim oldu…

Aferin…

Zıpla, zıpla çıkarsın aya…

Biyoloji mezunu “Yangın Laboratuvarı” sorumlusu bu sistemde…

2019 Yılında yapılan bir çalışmada gördük ki, “Türkiye’deki üniversitelerde rektörlük yapan 68 rektörün uluslararası yayın ve atıf sayısı sıfır” çekmiş… 1 yayın yapan 8, 2 yayın yapan 10, 3 yayın yapan 6, 36’dan fazla yayın yapan 23 rektör var…

Akademik Performansa Göre Üniversite Sıralaması “URAP” 2022 verilerine göre en iyi, en yüksek araştırma çıktısı olan ilk 32 üniversitesinde rektörlerinin WoS veri tabanlarında ortalama 80,5 yayını varmış… İkinci grup üniversitede 25,8, üçüncü grup üniversitelerde 20,7 ve son iki grupta ise bu sayı 12.5 ve 8’e  düşmüş.

Gel sonra Ay’a çık…

Zıpla zıpla çıkarsın!

Ama sorunu halledeceğiz inşallah…

Nasıl mı? Hayırlı olsun, Piyango Dr. Öğretim Üyelerine çıktı.

YÖK Kanunu 2018 yılında değiştirilerek akademide on yıllardır var olan, bir kültürü, birikimi, kadrosu, derecesi, anıları olan “Yardımcı Doçent Kadrosu” birden bire kaldırıldı.

Şöyle düşünün, 5 katlı bir yapınız var, 3ncü katını kaldırıyorum, siz 5-4-2-1 ve zemin katla idare edin demek gibi bir durum bu…

Yardımcı Doçent kadrosu yerine “Dr. Öğretim Üyesi kadrosu” ihdas edildi. Bir nevi tenzili rütbeye uğradı arkadaşlar.

Yardımcı Doçent kadrosu, YÖK’ÜN Kuruluşundan bu yana var olan ancak doçent, profesör ünvanı gibi sürekli kadroya bağlanmamış fakat gerek İş Kanunu, gerek 657 Sayılı Kanun gerek Anayasa tarafından güvenceye alınmış, öğretim üyeleri içinde görev süresi “sözleşmeye” tabi tek kadro olduğunu da söylemem lazım.

1990’lı yıllarda yetkiyi ele geçiren YÖNETİCİ kadrolar, yardımcı doçentlerin sözleşmelerini uzatmak için o dönemlerde de yayın zorunluluğu getirmişler, Yardımcı Doçentlik kadrosunda kalma süresini 12 yıl ile sınırlandırmışlardı. 12 yıl içinde yardımcı doçent eğer doçent olmaz ise akademiden ilişiği otomatikman kesiliyordu.

Bu çok trajedik sonuçlar yarattı. Süreç mahkemelik oldu…

Düşünsenize, taşeron işçileri, 4b’li sözleşmeli personeli vs. atamıyorsun, işine son veremiyorsun, yıllarını üniversitelerine adamış, verilen görevleri yapmış, doktoralarını yapmış, üstelik öğretim üyesi olma yeterliliğini de kazanmış yılların akademisyenlerini bir gecede tek kalemde siliyor, kapının önüne koyuveriyorsun…

Sonunda 4584 sayılı yasa ile 2547 sayılı yasaya eklenen geçici 47. maddenin 2. fıkrasında yardımcı doçentlik kadrosunda görev yapan öğretim elemanlarının çalışma sürelerindeki sınırlamanın kaldırıldığı hükmü getirilerek bu olumsuzluk giderilmiş oldu. Danıştay’ın konuda da birçok emsal kararı da oluştu süreçte…

Vaziyet ite-kalka böyle sürüyordu ki, Dr. Öğretim Üyesi arkadaşlara bir gün, ansızın, sözleşmelerinin bitmesine de sayılı günler kala, tam da kovit dönemi bir yazı tebliğ edildi ve üniversitelerde atama-yükseltme kriterlerinin değiştiği, yeniden atanmak için performans kriterlerinin sağlanması gerektiği bildirildi.

Yani, noterden “itharname” deyin siz.

Evi boşaltın…

Çok enteresan değil mi sizce bu durum?

Kriterler sadece DR. ÖĞRETİM ÜYELERİNE gelirken, Doçent ve Profesör kadrosundaki öğretim üyelerine, Araştırma Görevlisi ve Öğretim Görevlisi gibi diğer akademik kadrolara “hadi size de bir performans kriteri koyalım” hiç kimsenin aklına gelmemiş iyimi…

Medya; “parayla yayın”, “50 bine doçentlik kriterleri sağlanır”, “30 bine doktora tezi yazılır”, “aşırmacı, intihalci profesörler, doçentler, bunlara ait tezler”“predetor dergiler”, “şaibeli ingilizce sınavları”, “şaibeli doçentlik jürileri” vs vs haberleriyle çalkalanıyor, o konularda kapı duvar ama…

Bizi fena ütüyorlar…

Sevgili dostlar, bir doçent, kadroya atandıktan sonra kimse ona “ne kadar yayın yaptın”, “yayın yap” falan demez. Yayın yayın yapmak zorunda da değildir. Ha, profesör olacam derse başka…

Ama bir Profesör, hele Profesör kadrosuna atandıktan sonra hiçbir şekilde yayın yapmak zorunda falan da değildir.

Yıllardır Profesör kadrosunda olup da sadece yemek tarifleriyle uğraşan onlarca dostum ahbabım var…

Ama gelin, üniversitelerin performanssızlığını, işte bu gerçekler de ortadayken, sadece doktor öğretim üyelerine kestiler ve onları günay keçisi ilan ettiler.

Kadronda kalmak istiyorsan getir performans…

Ama Doçentsen, Profesörsen, Öğretim Görevlisiysen NO PERFORMANS…

Ah şu doktor öğretim üyeleri, bütün sorun sizde…

Düzeni, nizamı, intizamı sizler bozuyorsunuz…

Alın size kriter.

Gel sonra Ay’a çık…

Zıpla zıpla çıkarsın!

Derken madenci olduk olsun, arzın merkezine çıktık vesselam…

Peki bu durum sizce normal mi?

2547 Sayılı YÖK Kanunu değişmedi, Anayasa değişmedi…

Dr. Öğretim Üyesinden ancak ilk atamada kriter istenebileceği, bu kriterlere sahip olmayanların atamasının gerçekleşemeyeceği YÖK Kanunu Madde 23’de alenen belli…

“İLK ATAMA”. Anahtar kelime.

YÖK Kanunu 23. Madde Doktor Öğretim Üyelerinin “her atama süresi” sonunda görevlerinin kendiliğinden sonra ereceğini, görev süresi sona erenlerin “YENİDEN ATANABİLECEĞİNİ” açık açık belirtmiş.

“YENİDEN ATAMA”. Anahtar kelime.

Doktor Öğretim Üyeleri doğal olarak yıllarını verdikleri okullarından “şutlanma” durumuna gelince soluğu idare mahkemelerinde almışlar.

İdare Mahkemelerinde açılan dava dosyalarını okudum ve şaştım kaldım.

Kıpkırmızı olmak…

Bir mahkeme karar metninde “ilk atama ve yeniden atama kavramlarını” birbirine karıştırmış, kriter getirilmediği halde “Profesör ve Doçent öğretim üyelerine de kriter getirildiğini” bu durumun hakka, nefasete uyduğunu söylemiş…

Bu mahkeme kararı istinafta da onanmış yani dikkat…

İyi mi?

Şimdi düşünün, bir yanlışlık karşısında sığınacağınız tek yer mahkeme ama mahkemenin aldığı karar “gerekçeli” değil, gerekçesi varsa durumla uyuşur değil…

Bence kamuda özellikle nitelikli işleri yapan personelin hepsine performans kriteri getirilmeli. Doktor nasıl yaptığı yanlış müdahalenin cezasını çekiyorsa, yanlış kararların da, yanlış ve keyfi yönetim gösterenlere de müsamaha edilmemeli…

Kişi, yeterliliğini kanıtlamış ve kadrosuna atanmış. Süre sonunda nasıl yeni yeterlik istersin?

Diğer yandan sen, bu kişiye yeterli imkân, fırsat, olanak verdin mi?

Eyyyyy Meslek Yüksekokulları “memleket meselesi” diyenler UYANIIIIIIIIIIIIN…

Meslek Yüksekokullarında görevli öğretim üyelerine üniversitelerin disiplinlerarası enstitülerinde ders verme hakkı, danışmanlık yapma hakkı verilmediğini biliyor muydunuz?

Bir akademik birim mastır ve doktora yaptırmazsa neden bir akademik birimdir ki?

Meslek Yüksekokullarında akademik kültür sizlere ömür… Dolayısysla mesleki eğitim de…

Verilmeyen fırsatlardan performans kriteri beklemek ha…

Vermeden almak…

Kriterler…

Mesela kriter neden 100 puan da 95 puan değil?

Neden yabancı dilde kitap daha değerli de Türkçe yazdığın kitap değersiz…

Kendinden menkul, kriteri koyanın objektifinden kriterler…

Kocaman gövdeli üniversite, binlerce öğretim üyesi, birbirinden farklı onlarca bölüm, yüzlerce farklı çalışma alanında, uzmanlık dalında, her birim bir diğer birimden farklı, farklı farklı çalışma imkan ve fırsatları, laboratuvarları… Bazılarında çalışacak adam, laboratuvar da yok…

Ama tek-tip kriter…

Neden 80 değil de 100

Veya 101 değil kardeşim?

Merakımdan soruyorum şimdiye kadar emsal oluşturan Danıştay kararları ne olacak?

“İlk atama” ile “yeniden atama” kavramlarının birbirlerine karıştıran, olmayan kriterleri profesör ve doçentler için de var olduğunu zanneden mahkeme kararları…

Hak hukuk ve adalet?

Anayasa Mahkemesi 10.06.2021 tarihinde aldığı kararla “Üniversite Öğretim Elemanlarının Kadrolarının Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Düzenlenmesine İlişkin Kuralı” iptal etti.

Anayasa mahkemesi ilgili kararında açık açık diyor ki, “Anayasa’nın 130. maddesinde üniversite, bilimsel çalışmaların yapıldığı ve bilimin öğretildiği kurum olarak nitelendirilip bilimsel ve idari özerkliğe sahip kılınarak diğer kamu kurumlarından farklı değerlendirilmiştir. Yine üniversitelerin devlet tarafından kanunla kurulacağına aynı maddede yer verilmiştir. Maddenin dokuzuncu fıkrasına göre öğretim elemanlarının görevleri, unvanları, mali işleri ve özlük haklarının kanunla düzenlenmesi gerekmektedir.”

Peki ya şimdi ne olacak?

Kanımca performans kriterleri kanunsuzdur.

Yardımcı Doçent Unvanları da geri verilmelidir.

Durum budur.

Dünyanın en değişken kanunu, YÖK kanunudur…

Dönme dolap gibi…

Doçentlik yönetmeliği evveli de vardır da, 2015’den itibaren 5 kez değişmiş hatırladığım…

Hele YÖK kanunu? Vallahi sayamadım…

Rüzgârgülü gibi…

Bu durum Eski Yrd. Doç. Dr. yeni adıyla Dr. Öğretim Üyesi yılların akademisyenlerinin kıyımıdır. Yıllarını okullarına vakfetmiş, o okulların markası haline gelmiş, kültürü olmuş bu emekçileri, birileri gelecek, sanki kendi şirketlerinden, babalarının şirketlerinden kovar gibi kovacak…

Hani adalet?

Nerede vicdan?

Bu kadar vicdansızlık, bu kadar vurdumduymazlık olabilir mi?

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın misali doçent ve profesör kadrolarındaki arkadaşlarının da bu arkadaşlarımızın haklı infiallerine hiç destek vermedikleri de açık.

Tarih açık açık yazmıştır ki; “sarı öküzü vermeyecektiniz?”

Kamuoyunu ise hiç umrunda bile değil…

Anlı şanlı öğretim üyelerimiz, gazetecilerimiz, kamuoyu yapıcılar, siyasi partiler, vatandaşlar, öğrenci ana-babaları, öğrenciler fakında mısınız?

Bugün onlara, yarın sizlere…

Aslında, durum acı kaybımızdır…

 

ACI KAYBIMIZ…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Ulusal24 Haber Merkezi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!