Geçen sene Antep Kısa Film Festivali’nde, bu yıl da Kayseri Film Festivali’nde karşıma çıkan ve jüri olarak ödüllendirdiğimiz “Larva” filmi tam da bugünlerde konuşulan çocuk istismarı üzerine çarpıcı bir kısa film. Bir yerlerde karşılaştığınızda mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Bu kez sorularımı filmin yönetmeni Volkan Güney Eker’e yönelttim. İyi okumalar…
Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?
Lise, üniversite zamanlarından bu yana video art ve kısa film ile ilgileniyorum. Çektiğim kısa filmleri imkan sunan her organizasyonda insanlarla buluşturuyorum. Aktif olarak da reklam sektöründe çalışmaktayım.
Senin için kısa filmin tanımı nedir?
Herkesin bildiği teknik tanımların dışında bana göre kısa film, derdini oldukça net anlatan, yaşadığı coğrafyanın ‘kaşınmaması gereken meseleler’ini kaşıyan, sinemanın diğer türlerine göre meselesini daha kısa ve sansürsüz aktaran projelerdir bence.
Tabii bu tanımlamanın alt metninde kısa filmin sektörleşememesi, yeraltında kalması ve ticari olmayan projeler olması gibi sebepler yatıyor. Bu sebepler biraz önceki tanımlamanın sağlaması ya da açılımı görevini üstlenebilir belki.
Biraz “Larva?”dan ve onu çekme nedenlerinden bahseder misin?
Larva, 8 yaşındaki bir çocuğun yaşadığı adaletsizliği ve o adaletsizlikten çocuk aklıyla kurtulmaya çalışmasını deneysel üslupla anlatan bir kurmaca kısa film olarak tanımlayabilirim.
2010 yazının sonlarında gazetenin orta sayfalarında küçük bir kupür olarak, bir akademisyenin yaptığı araştırmanın haberini görmüştüm. Akademisyen, Türkiyede istismar edildikten sonra intihara zorlanan çocuklarla ilgili bir araştırma yapmış. O dönem ülkede referandum vardı. Gazetenin neredeyse tamamı seçimle ilgili haberlerle doluydu. O dönem seçimden çok bu meseleler ülkede konuşulması gerekir diye düşünmüştüm. Projenin yola çıkışı bu şekilde oldu. 2012, 2014 ve 2017’de üç kez bu projeyi çekmek için girişimde bulundum. Fakat bir türlü imkanlar olgunlaşmadı. İmkanların oluşmamasında bütçesel sebeplerin dışında konunun ağır olmasının da oldukça etkisi vardı. İnsanlara filmin konusunu sadece iki kelime ile söylediğimde bile herkes bir adım geri attı. Film üretimlerinde projeye yükselmediğini hissettiğiniz ve sırf kişisel iletişim ya da iş sebebiyle kurulacak ortaklıkların çok verimli sonuçlara bağlanmadığını daha önceden gözlemlemiştim. Senaryoyu bu sebeple filmi tek üretebileceğim formata dönüştürdüm. O şekilde de proje sonuçlanmış oldu. Film çok içime sinmeyip, daha iyi ve farklı çekebilridim düşüncesi hep aklımda olsa da en azından tamamladığım için mutluyum.
Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa filme ne gibi katkıları olabilir? Neler götürür?
Kısa film maalesef hiçbir zaman festivallerin dışına çıkmayı başaramadı. Arada şahit olduğumuz arkası gelmeyen denemeler de oldu. Örneğin, İstanbul’da birkaç cafe ve performans mekanı haftanın belli günleri kısa film gösterim etkinlikleri yaptı. Fakat devamı gelmedi. Ya da bazen sergilerde kısa filmlerimiz gösteriliyor ama o da belli bir zemine hiç oturmadı. Kısa filmin aslında süre avantajı sebebiyle gösterim imkanları çok daha fazla. Fakat bu avantajlar maalesef fiziki koşullarda belli bir zemine hiç oturmadı.
Şimdi yeni medya ile birlikte gelen dijital platformların birçoğu seçkisinde kısa filmlere de yer veriyor. Kısa metrajda fiziki olarak oluşamamış imkanlar dijital olarak oluşmasının şimdilik önü açık gibi görünüyor. Bunu belki bir avantaj olarak görebiliriz fakat ben her zaman fiziki gösterimlerden yana bir kısa filmciyim. Özellikle benim gibi daha yeraltında bırakılan meselelerin filmlerini çeken insanların fiziki olarak izleyiciyle filmini buluşturuyor olması oldukça önemli. Bazen gösterim sonrası seyircilerle sohbet etme fırsatımız oluyor. Dijital platformlarda bu tür şeylerin yaşanması pek mümkün değil maalesef.
Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler kimler?
Aslında çok fazla var. Ama sadece birkaç isim söylemek gerekirse, Robert Bresson ve Ingmar Bergman tüm zamanların en sevdiğim yönetmenleri. Güncel sinemacılar içinde Paweł Pawlikowski’nin son iki filmini çok sevdim. Türkiye’de Yılmaz Güney ve Metin Erksan en beğendiğim yönetmenler. Yeni dönem aktif yönetmenlerin hepsini takip etmeye çalışıyorum ama Serdar Kökçeoğlu, Ceylan Özgün Özçelik son dönemde Türkiye’de işlerini en beğendiğim ve cesur bulduğum sinemacılar. Bizim kuşakta Deniz Tortum, Yasemin Demirci, Ziya Demirel ve Murat Uğurlu’nun işlerini beğeniyorum.
Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?
Büyük ve gelenekselleşen film festivallerinde genel olarak kısa filmcilere yaklaşım oldukça güzel oluyor. Filmler iyi kalitede ve özenle seyirciyle buluşturuluyor. Fakat bazı festivaller sadece ödül töreninden ibaret oluyor. Filmlerin seyirci gösterimi ya da söyleşisi bazen hiç olmuyor. Jüri de filmleri online izleyip ödüllere karar veriyor. Bazen ortamda hiç sinema konuşulmayan ödül törenlerine şahit oluyoruz. Bu sorunların sebebi bütçesel de değil aslında. Çoğu festival bakanlık, belediye gibi kurumlardan destekli oluyor. Fon veren kurumların festivallere niteliksel kıstaslar getirmesi gerektiğine inanıyorum. Yoksa bu türlü davranan festivallerin filmlere destek değil daha büyük zarar verdiğini düşünüyorum.
Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…
Şu an yaptığım bir kısa film projem var. Son üç filmimden biraz daha farklı. İçinde kara mizah öğeler de barındırıyor. Muhtemelen 2023 yılı içinde tamamlanacak. Şuan vakit buldukça onun üzerine çalışıyorum.