22. FIFA Dünya Kupası başladı. Türkiye’nin son katıldığı turnuva 17. Dünya Kupasıydı. Üzerinden 5 ayrı Dünya Kupası geçmiş. Bu 20 sene demek.
Ufak bir araştırma yaptım.
Bu 20 senede Dünya Kupası Organizasyonu 4 ayrı kıtada yapılmış.
Neredeyse turnuvanın yapılmadığı kıta kalmamış. Bizler ise Dünya’nın en büyük spor eğlencesini, en önemli futbol festivalini hep uzaktan seyretmişiz. Vatandaşımız bu büyük ‘party’ den hep mahrum kalmış.
Televizyonları başında toplamda 10 milyardan fazla insan bu turnuvaları canlı seyretmiş. Parayla satın alınamayacak bir tanıtım fırsatını elimizin tersiyle itmişiz.
Bu 20 sene içerisinde 57 farkı ülke Dünya Kupasına katılmaya hak kazanmış. Avrupa’dan 23 farklı ülke Dünya Kupasına gitmiş. Büyük başarılardan vazgeçeli çok oldu, 20 sene boyunca şu 23 Avrupa ülkesinin arasına bile girememişiz. Slovakya gitmiş, Slovenya gitmiş, Bosna-Hersek gitmiş, Yunanistan gitmiş, ‘‘topu elle kaleye götürmeye kalksa ancak 3 kere götürebilir’’ diye iddia ettiğimiz İzlanda bile gitmiş… Bir tek biz gidememişiz. Bu bile Avrupa futbolundaki yerimizi göstermesi için aslında yeterli bir veri.
Bir akademisyen titiz bir araştırma yaparsa Türkiye ekonomisinden futbol için son 20 senede ne kadar para çıktığını gözler önüne serebilir. Sektörün içinden birisi olarak kabaca bir tahmin yürütmem gerekirse sadece yapılan transferleri ve ödenen maaşları dikkate alırsak 20 senede ortalama 4 Milyar dolar para harcamışız. Buna devletin stadyum yapmak için vergilerimizden harcadığı paralar, belediyelerin yaptığı tesisler ve aktarılan kaynaklar dahil değil.
Almanya’nın, İtalya’nın, İngiltere’nin ne kadar para harcadığı önemli değil. O bizi ilgilendiren bir konu değil, çünkü açıkça görünüyor ki aslında biz bu ülkelerle yarışmıyoruz. Bu ülkeler bizim rakibimiz değil. Bizim Dünya Kupasına bile katılamadığımız son 20 senede, bu ülkeler Dünya Kupasını kazanmış, Avrupa Şampiyonu olmuşlar, kulüp takımları defalarca UEFA Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olmuşlar, defalarca Avrupa Ligini kazanmışlar. Sahadaki başarılarımızla yarışamadığımız bu ülkelerle sadece lükste, şatafatta yarışıyoruz farkında değiliz.
İkincisi ve bence en önemlisi, biz futbola milyarlarca dolar harcayacak kadar zengin bir ülke değiliz! Bu ülkenin %10-15’lik varlıklı kesimi ile hava atma alışkanlığından artık kurtulması lazım! Toplasanız 10-15 milyon kişinin varlıklı olması geriye kalan 70 milyon insanımızın fakirlik içinde yaşadığı gerçeğini değiştirmez. Halkımızın çoğu ay sonunu zor getiriyor. İngiliz gençler sırt çantasını alıp Dünya turuna çıkarken benim ülkemin genci doğru dürüst beslenemiyor bile. Alman emekliler Antalya’nın en lüks otellerinde doyasıya tatil yaparken bizim emeklilerimiz faturalarını zor ödüyorlar. Böyle bir ülkenin futbola milyarlarca dolar harcama lüksü yok! Bu en kibar tabirle, müsriflik ve şımarıklıktan başla bir şey değildir.
Peki harcadık da ne oldu? 20 senede ne başardık? Koca bir HİÇ!
Birkaç zengin iş adamının kendi arzularını tatmin etmesi, birkaç siyasetçinin popülist politikaları yüzünden çöpe atılan milyarlar!
Türkiye gibi halkının büyük bir bölümünün ekonomik sıkıntı yaşadığı bir ülkede futbola harcadığımız paraları tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor. Artık birilerinin çıkıp 20 senedir bu kadar para harcadınız da bu ülkeye ne kazandırdınız diye sormasının zamanı gelmedi mi?
Geçmiş 20 senede görev alan TFF yöneticilerinin profillerine bakınca çoğunun futbolla alakası olmayan zengin iş adamları olduğunu görüyoruz. Hatır-gönül ilişkisiyle aday olmuş, listeye yazılmış isimler.
Bir eli yağda bir eli balda olan dolar milyoneri insanların Türk futbolu için gerçekten zaman ve emek harcayacağına inanan var mı? Boğaz’a karşı havyarını yiyen insanların Anadolu’nun bir köyünde olmayan futbol sahasıyla, kaybolan genç yeteneklerle dertleneceğini mi sanıyorsunuz?
Bu yüzden kendilerine ek olarak yönetim kurullarına spor sektöründen bürokratları, etkili siyasilerin tanıdıklarını, ve kulüplerin adamlarını alıyorlar. Bu kişilerin de kendilerini o koltuğa oturtanların çıkarları, kendi koltuklarını korumak dışında başka hiçbir icraatları olmuyor.
TFF yönetimleri kötü, kulüp yönetimleri iyi diye bir ayrıma girmeyeceğim. Bu yüzden açık çağrımdır, gerek TFF yönetiminde gerekse kulüp yönetimlerinde olsun son 20 senede hatırı sayılır bir süre etkin ve yetkin konumlara görev almış herkes artık emekliliğe ayrılsın. Emekleriniz varsa teşekkür ederiz ama bu sizin kocaman bir başarısızlık hikayesine imza attığınız gerçeğini değiştirmez.
Ba-şa-rı-sız ol-du-nuz!
Lütfen artık Türk futbolundan elinizi çekin!
Mevcut aktörlerin Türk futboluna faydadan çok zarar verdiğini görmemiz için daha ne kadar dibe vurmamız gerekiyor! 20 senede bana bir tek, çok değil sadece tek bir alanda Dünya futbolunda örnek olduğumuz, başarılı sayıldığımız, ‘‘Bu konuda çok iyiyiz’’ dediğimiz bir şey söyleyin. Yok!
Biz böyle deyince ‘biz gidersek yönetici bulamazsınız’ diyorlar. Zaten bütün istediğimiz o. Sizin gibi yöneticileri bir daha bulamamak! Bu noktada hiç mütevazi davranmayacağım. ‘‘Ben gidersem yönetici bulamazsınız’’ diyen bir kulüp varsa ben o kulübün başkanlığına adayım.
‘‘Biz gidersek yönetici bulamazsınız’’ palavralarına inanmayın. Esas kulüp yönetimleri ellerinden giderse başkanların çoğu mağdur olur. Çünkü Türk futbolunda genelde başkanlar kulüplerden nemalanır. Kulüplerin başkanlara değil, başkanların kulüplere ihtiyacı vardır. Bu illa ki maddi bir çıkar olmak zorunda değildir. Manevi rant bazen maddi ranttan daha değerlidir. Şehirlerinin önde gelen varlıklı iş insanlarının çoğu Maslow’un teorisine göre fizyolojik, güvenlik ve aile ihtiyaçlarını gidermiş, bu konularda hiçbir endişesi olmayan insanlardır. Dolayısıyla bu temel ihtiyaçlarını karşıladıkları için, henüz elde edemedikleri daha üst ihtiyaçları tatmin etme arayışına girerler. Bunlar saygınlık gereksinimi ve kendini gerçekleştirme gereksinimidir. Saygınlık kazanmak için kulüp başkanı olmak en kolay ve en ucuz yöntemdir. Düşünsenize bankanızda milyonlarca dolar paranız var. En güzel evlerde yaşıyorsunuz, en lüks arabaya biniyorsunuz ama sokağa çıktığınız an kimse sizi tanımıyor. Kimse size özel ilgi-alaka göstermiyor. Amiyane tabirle maaş verdiğiniz kendi çalışanlarınızın dışında hayatta kimse sizi takmıyor!
Şimdi şehrinizdeki bir kulübe başkan olduğunuzu varsayalım… Yerel ve ulusal medyada para karşılığı isteseniz bile yaptıramayacağınız reklamınız dönmeye başlıyor. Yerel gazeteler, televizyon kanalları sizinle röportaj yapmak için sırada bekliyor. Önceden bilet alarak girdiğiniz stadyumda artık valinin, belediye başkanının yanında özel ilgi ve alaka eşliğinde maç seyretmeye başlıyorsunuz. Hele Süper Lig’e çıkarsanız Türkiye çapında kişisel reklamınız oluyor. Düşünsenize, bir iş adamı kendi alanında ne kadar başarılı olursa olsun, aynı anda en az 5-6 ulusal TV kanalına canlı yayında röportaj verebilir mi? İmkansız. İşte futbol sayesinde bunu her hafta yapabilecek konuma erişiyorlar. Senelerce beklese randevu alamayacağı Cumhurbaşkanı’yla, bakanlarla anında randevu alma ve görüşme şansına erişiyor.
Türk futbolunun maddi-manevi rant peşinde koşanlara değil, gece-gündüz, yağmur-çamur demeden Anadolu’yu karış karış gezecek, futbolumuzun dertleri ile dertlenecek yöneticilere ihtiyacı var.
Bu arada şunu da belirtmem gerekir. Bir ülkedeki iş insanlarının varlığı futbolun gelişimi adına gerekli ve önemlidir. Dünya’da sporun (ve futbolun) gelişiminde kaldıraç görevini iş insanları yapar. Bu doğrudur ancak bunun yöntemi bellidir. Futbol kulübü yönetmek isteyen iş adamı futbol kulübü satın alır! Futbol akademisi açar, tesis yapar bağışlar, takımlara sponsor olur. Amerika’da, İngiltere’de, Portekiz’de bu iş böyle yapılır. Hatta kulübün sahibi olsanız bile bu size o kulübü yönetme hakkı vermez. Modern dünyada kulüp sahipleri (başkanlar) profesyonel yöneticilere misyon ve vizyon belirler, kaynak yaratır ve sonrasında icraatları kontrol ederler. Bunun ötesi profesyonel futbol yönetiminin işidir ve başkanın direkt ilgi alanına girmez. Çünkü futbol sektörü ve bu sektörde yönetim başlı başına profesyonel bir iştir.
Yapısal reformlar yapıldıktan sonra, sağlıklı bir yapılanmada, kendi cebinden, kendi emeğinden, kendi zamanından harcayacak iş adamlarına, almaya değil, vermeye gelenlere futbolun her zaman ihtiyacı vardır. Örneğin, Ali Koç gibi on milyonlarca doları cebinizden harcadıktan sonra açık bir şekilde ‘‘Benim kulüpten 1 lira alacağım yoktur’’ diyorsanız, buna saygı duyarım. Ancak hiç bilmedikleri bir alanda cebinden şımarıkça para harcayan, bunu da kulübe borç yazdıran, kendi kişisel reklamlarını yapıp başarısız olunca da çekip giden yöneticilere hiç saygım yok. Bu kişiler Türk futbolunun en büyük problemidir. Kasa kolaylığı sağlayıp sonra da o parayı geri talep etmenin saygı duyulacak hiçbir tarafı yoktur.
Türk kulüplerinin parası ölçeğinde hareket etmesini öğrenmeli. Bunu öğrenemeyen kulüp küme düşmeli. Bu bağlamda küme düşmek kötü değil, aksine kurumsal hafıza ve yeteneğin gelişmesi için iyi bir fırsattır. Eskişehirspor, Bursaspor gibi kulüplerimiz parası olmadığı için bugünkü konumlarına düşmedi, kendi imkanları dahilinde hareket etmeyi öğrenemedikleri için küme düştüler. Yönetimler balık tutmayı öğretmek yerine, kulüplerin önüne hazır pişmiş balık koyduğu sürece kulüplerimiz bu beceriyi asla öğrenemeyecek. Bu yüzden kulüplere balık verenler gidince kulüplerimiz de açlıktan ölüyorlar.
Türk futbolunda konuşulmayan bir sorun da futbolcusundan, teknik kadrosuna, kulüp yöneticilerine kadar büyük bir kesimin güç ve iktidar sahipleri karşısında tamamen pasif ve edilgen bir tutum sergilemesidir. Dün oynanan İran-İngiltere maçında İran Milli takımının milli marşlarını söylemeyerek ülkelerindeki mevcut yöneticilere ve iktidara çok anlamlı ve sert bir tepki verdiğini gördük. Böyle bir şey Türkiye’de mümkün mü?
Cesur olmayan insanlar cesur değişimlere imza atamazlar. Değişim olmadan da gelişim olmaz! Türk futbol camiasının, TFF Başkanlık seçimlerinde ‘Beyefendi ne diyor?’ demeden özgür iradesiyle ortaya çıkıp, ‘ben adayım’ diyen tek bir aday bile çıkartamaması, senelerdir tek adaylı seçi(n)lere gidilmesi Türk futbolunun tüm paydaşları adına utanılacak bir durumdur.
2023’de tekrar bir seçim olacak. Bu seçimde çıkacak adayları ve Türk futbolu için sunacakları projeleri yakından takip edeceğiz.
Dünya Kupası maçı başlıyor.. Madem kendimiz yaşayamıyoruz, bari başka ülkelerin mutluluğuna ortak olalım… Ne diyelim, onlar erdi muradına biz çıkalım kerevitine.