Bu da öteki barmenler gibi. Yüzüme hiç bakmıyor. Önümdeki bardağın boş olduğunu pekala da görüyor ama kılını bile kıpırdatmıyor. Neyse, sonunda baktı. Konuşmuyor. Önümdeki bardağa kısa bir bakış. Sonra o bakışın yüzüme kaydırılması. İçip içmeyeceğimi sormuş oluyor böylece. Oyunun nasıl oynanacağını çoktandır biliyorum. Gözlerimi hızla açıp kapatıyorum. Evet, içerim demek oluyor bu da. Anlaştık.
Biraz sonra tam önüme değil, sağ kolumun bir karış kadar ötesine cam kupa konuyor. Barmenin beni tanıdığını ve bana düşmanlık olsun diye bunu yaptığını düşünüyorum.
Oysa Dublin’in bu kadar aşağı bir mahallesinde, ömrümde hiç gitmediğim, adını bile duymadığım bir meyhanede, kimsenin beni tanıyamayacağını da biliyorum. Yine de aylardır gece gündüz, her saat, her dakika beynimi ve yüreğimi kemiren o duygunun beni pençesine alıvermesini önleyemiyorum.
Köşe yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.