Hepimizin az çok anımsayacağı, bir zamanlar doksanların sonuna doğru aynı adı taşıyan “Seferad” müziklerinden bir parça ile açılan ve aile meclisi içinde kendi duruşunu ortaya koyacak olan şarkı, Fly On The Moon-Beni Ay’ a Uçur- şarkısını söyleyerek aralarına katılan, Amy Winhouse’in kısacık ama dolu dolu yaşam öyküsü, vizyona giriyor.
3 Mayıs tarihinde Amerika’da da vizyonda olacak bu güzel film, benim gibi Amy hayranlarını yarı yolda bırakmıyor. Kendisinin ifade ettiği gibi “Beni, ben yapanları bilsinler. Beni şarkılarımla hatırlasınlar”
Yaşam boyu, deneyimlerin acısı ve tatlısı, insanın insan olma sürecindeki deneyimlerinden ibaret. Ve gerçek aşkın insan varlığı üzerindeki tezahürü, değişim ve dönüşümü gerçekleştirmek. Peki, tam olarak ne için tüm bunlar? Her yolculuk, her insan, insanın daha iyi insan olma ve kendini keşfetme hikâyesi özünde. Mesele siz de neyi ortaya çıkardığının farkına varabilmek birazda. Aşk, size sizde ki neyi, hangi potansiyeli hatırlatıyor ve ortaya çıkarıyor.
Tutkulu, asi, duygusal, yaratıcı, öz güveni yüksek sanatçı, Amy’nin elbette yaşadıkları diğer insanlara göre hissedişinden çok yüksek olacaktı. Sanatçıyı ve duyarlı insanları besleyen yanların para da, şöhrette gözü olmayan ve oldukça duygusal Amy’ye yansıması derin olacak.
Kendi sınırlarını kendi koyan, kimseye eyvallah olmayan ve gerçek aşkı ararken müzik yapımcılarının kendisini bir kalıba sokmaya çalışırken bile kendi çizgisinden ödün vermeyen Amy’nin; kişisel başarı merdivenlerini genç yaşında tırmanışı ardında düzgün bir erkek olarak ve üstelik kendisine hayran olduğunu ilk tanışmada öğreneceği, uğruna her şeyi göze alıp, peşinden koştuğu adamın katili olacağından habersiz, aşk için yanmaya aday yolculukta müzik yapımcısına sinirlenip;
“Benim bir şeyler yaşamam lazım sonra görüşürüz” dediği günün bir barda( 90’lı yılların popüler gece kulubü The Good Mixer ) göz göze ve ilk bakış, ilk tanışma , 1980’de aramızdan ayrılan Steve McQueen’in bakışları ve benzeşliği ile film içinde film tadında biraz aynı filmde oynamasalar bile unutulmaz Love Story filminin başrol oyuncusu All MacGraw, biraz ilki Barbara Streisand ile 1976’da, ikincisi 2018’de yine oldukça başarılı Bradley Cooper ve Lady Gaga’lı versiyonu hep geçmişte ilkleri yapanların çağrışımını ister istemez, belleklerimizde gezdiriyor.
Henüz yirmi yedi yaşında aramızdan ayrılan Amy Winhouse’n hikayesi, kadın yönetmen elinden (Sam Taylor Johnson) çıkmış olması, filmin duygusal derinliğini arttırıyor elbette ancak tıpkı Bir Yıldız Doğuyor fiminde Lady Gaga’nın performansı kadar hatta daha da başarılı Amy Winhouse rolü ile henüz yirmi sekiz yaşında ve en son Barbie’den hatırlayacağımız, Marisa Abela’yı görüyoruz ve filmin ana konusu, tüm bu eserlerin ortaya çıkışı, kendi kusurlarını görmeyen iki bağımsız karakterin çarpışması sonucu ortaya konulan gerçeklik ve dünyada çok nadir bulunan gerçek aşk hikayesinin tezahüründe son derece başarılı, Black rolü ile Jack O’Connel.
Henüz otuz üç yaşındaki aktörün sinema ve sanat yolculuğu oldukça başarılı olacağının izlerini beni etkileyen yine cesur ve gerçek hayattan alınmış, 2020 yapımı Seberg’de ki performansı ile vermişti. Tabii aşkın eril karakter üzerinde yansıması, 2022 Lady Chatterley’nin Sevgili ile de ispatlanmıştı.
Son derece başarılı, aşk için yanmayı göze almak değil gerektiğinde ölmek eyleminin sıradan bir nefes almak kadar doğal olduğunu göstermesi anlamında da kıymetli.
Aşk, ölmektir. Karşındakine dönüşür ve dönüştürürken zaten ölürüz. Bir de hayatta öldüğünü sananlar var. Bir de aşk yaşadığını sananlar. Acı treninden geçmeden hiçbir aşk yolunu bulmaz. Ama başında ama sonunda ama ortasında o tat yaşayanları eninde sonunda kaçınılmaz şekilde bulur.
Bulur bulmasına da bir de sahip çıkmak var. İşte bu filmde ne kadar naif, duygusal ve anne olamamanın travmasını, anne-baba ayrılığını erken ve aynı derecede annesinin kanser tedavisi sürecini bir de ilk kez aşık olduğu adamın kötü alışkanlıklarını yaşamak zorunda kalması ile pekişen, kısacık hayatında sonunda gerçek niyetini besleyecek şekilde ardında hâla başarı ve övgüyle bahsedilen bundan tam on yedi yıl önce ilk kez İngiltere’ye, Yahudi kökenli bir genç kız olarak toplam beş Grammy ödülünü kazandıran Amy Winhouse’u yapan olgular tüm çıplaklığı ve hazinliği ile seyircisiyle buluşuyor. İngiltere ve Londra’nın sanat merkezi, Camden Town izlenesi.
Değer mi değmez mi, aşkı gerçekten bulan ve yaşayabilenlere sormak lazım ve elbette savaşmaktan çok sahip çıkmakla, gerçek değerini teslim etmekle esas AŞK, Aşk’ım Ben, diyerek sonsuzluğa geçiyor.
Elbette karşılıklı…
Herkes Apollon 19 değil ve herkes Ay’a şarkıda bile çıkamaz.
AŞK, dünyada çok nadir bulunan gerçek bir mücevherdir.
Son derece güzel bir film, izlenesi.