Sumer Hanım, sizi tanıyarak başlayabilir miyiz?
Tarım akademisyeni ve aynı zamanda da tarımla uğraşmayı hiç bırakmamış bir ailenin içine doğdum. Baba tarafım bildiğim en az beş nesildir tarımsal üretici, annemin anneannesinin ailesinin de büyük tarımsal üretimleri varmış. Annemle babam, akademisyen ve ziraat fakültesinden sınıf arkadaşıydı. Annem daha sonra Ege Üniversitesi Gıda Fakültesi’nin kurucu ekibi içinde oldu ve et teknolojisi çalıştı. Babam, akademisyen olarak hep araştırma ve uygulamanın içinde olan birisiydi. Islah ve yetiştiricilik üzerine önemli TÜBİTAK projeleri yürütürdü. Okuldan bizi alıp üniversitede akşam çalışmalarına devam ederlerdi. Biz de kardeşimle fakültenin dev koridorlarında laboratuvar arabalarını sürer, lezzet analizleri yapılan küçük et parçalarını tadar ya da koyunların arasına dalardık. Babamız Ziraat Fakültesi’nde 14 yıl çalıştıktan sonra 1983 yılında doçentliğini aldığı gün üniversiteden ayrıldı. Annemse üniversite-sanayi işbirliği ile ilk hindi salam ve sucuğunu üretti. Ben o zamanın modası işletme okudum ve hemen ardından ABD’de yüksek lisans (MBA) yaptım. Okurken de her yaz çalıştım. İki yıl süren yüksek lisans boyunca aldığım öğrenim ücretini ödememe bursu karşılığında bir hocaya asistanlık yaptım. Branşı finanstı. Şirketlere danışmanlık yapıyor, yönetim kurullarında yer alıyordu. “Neden Amerikan çokuluslu şirketlerinin nesli tükeniyor?” konulu araştırmasında kendisine yardımcı oldum. Fortune 500 listesine baktığınızda yıllar içinde Amerikalı çokulusluların yerlerini Japon ve Avrupalılara bıraktıklarını ve bunun nedeninin de Ar-Ge harcamasına yatırılan bütçe olduğunu tespit etti. Çalışma bitince orada iş buldum. Ancak Türkiye’ye dönmeye karar verdim.
TARIM DOĞAYI GÖZETMEZSE BAŞARILI OLAMIYOR
Türkiye’ye dönüşünüzde aile işine girdiniz.
Evet, döner dönmez ailem başka bir yere kafam gitmesin diye babamın ufak bir ameliyatı için beni beklediklerini söyleyip, “Sen işlerin başına geç, biz o ameliyatı halledelim” dedi. Halbuki çok ufak bir operasyondu ama bir ay belki daha fazla gelmedi babam. Böylece işe dâhil oldum. 24 yaşındaydım. Bugün artık “iyilik” temelli işler yüceltiliyor, dünyaya iyi şeyler yapmanın verdiği haz konuşuluyor ya, tarım zaten öyle. Bir kere toplumsal ve sosyolojik etkileri çok boyutlu. Tarım doğayı gözetmezse başarılı olamıyor. Dolayısıyla o anlamda tatmin edici, gurur verici bir iş kolu olduğu için de işimi çok sevdim. Babamız dünya çapında bilgisi olan bir hayvancılık uzmanıydı. Özellikle kuramsal bilgiyi uygulamayla birleştiren kavrayış ve liderliği gerçekten Türk hayvancılığının geldiği noktaya çok önemli katkılar sağlamıştır. Türkiye’ye uygun ahır, sağımhane ve makine tasarımları, yem bitkisi üretiminin öğretilmesi ve yaygınlaştırılması, ülkemiz koşullarında en ekonomik, su tasarruflu çeşitlerin öğretilmesi, var olan kaynakların yem olarak değerlendirilmesi, ilk teknolojik uygulamaların başlatılmasını bu katkılar arasında sayabiliriz.
Teknoloji üretimi konusunda neler yaptınız?
1995 yılından beri bugün “akıllı tarım” veya tarım 4.0 denen otomasyon ve yazılımları Türkiye’de sunuyoruz. Geldiğim yıl biz Aytaç’ı kurduk ve o zaman Orta Doğu ve Balkanların en önemli, en modern ve büyük entegrasyonuydu gerçekten. O zaman nesnelerin ağlarını kurmaya başladık Türkiye’de. Kardeşim tarım makineleri okudu, üzerine de zootekni (hayvan bilimi) yüksek lisansı yaptı. Onunla beraber çalışmaya başladık ve birbirimizi çok iyi tamamladık. Zaman içinde yeterli talep olmadığı için ithal etmek zorunda kaldığımız önemli makine ekipmanı Türkiye’de özgün bir şekilde geliştirmeye ve bunlara patentler, faydalı modeller almaya başladık. Sonra bunları Türkiye’de ürettik ve kendimize yurt dışındaki önemli oyuncularla rekabet edecek bir yapı kurma hedefi koyduk. Bugün artık dünya ile rekabet edebilecek durumdayız. Örneğin süt sağım ve sürü yönetim işi bizim uzmanlık alanımız. Tarım alanında dünyanın en önde gelen fuarlarını Alman Tarım Derneği düzenler. İki yılda bir hayvansal üretim, iki yılda bir de bitkisel üretim fuarı yaparlar, Eurotier ve Agritechnica. Biz son 10 yıldır Eurotier’de stant açarız. Bu yıl yeni geliştirdiğimiz LAKTOWASH ürünümüzle alanında en prestijli inovasyon yarışması olan EuroTier Inovasyon’da gümüş madalya aldık. Bu ödülü ilk kez bir Türk firması kazandı.
“İNSAN HATA YAPMADAN ÖĞRENEMEZ”
Aile şirketini devraldığınızda hatalarınız oldu mu?
TAİDER Aile İşletmeleri Derneğimizi kurarken, babamın bana ve kardeşime paldır küldür işi devretmesinin ne kadar sıra dışı olduğunu öğrendim. Aile işletmelerinde tam tersine kurucu neslin aktaramama sorunu var. İşi kendi bebeği gibi görme, “siz yapamazsınız, kimse yapamaz benim gibi” yaklaşımı. İşin başlarında dolandırıldım örneğin. Bize hizmet satacak birisi çekleri önceden istedi ve aldıktan sonra sırra kadem bastı. Babam bilmesine rağmen hiçbir şey söylemedi. Küçük bir rakam da değildi. Sonradan öğrendim ki annem “Uyarsana çocukları, bunlar tecrübesiz daha” demiş. O da demiş ki; “Hayır, hata yapmadan insan öğrenemez, hata yapacak. Bu yüzden karışmayacağım.” Bunu ben yapabilir miyim bilmiyorum. (Gülüyor) Güvendiği gibi gerçekten göz göre göre yaptığım hatalara da alan açmıştır. Bugün aile işletmelerinde tüm dünyada yapılan araştırmalar gösteriyor ki en başarılı devirler, devredenin hataya alan açmasıyla olabiliyor.
Babanızdan söz etmişken, bir anınızı paylaşabilir misiniz?
Kendimi aslında bugün onarıcı veya canlandırıcı (rejeneratif) tarım denen, döngüsellik ile toprağa, bitkiye, hayvana hizmet edilmesi hareketinin bir parçası olarak görüyorum, babam da öyleydi. En büyük işletme sahibine de, iki tane ineği olana da her şeyi bırakır saatlerce onun hayatını değiştirecek bilim temelli ama çok pratik bilgiler anlatırdı. Bense STK’larda çalıştığım için bazen konuşma yapmam gerekirdi. Babam, hem tarihi hem ulusal politikaları çok iyi bilirdi, yapılması gerekenleri çok kısa ve anlaşılır biçimde formülize ederdi. Onun konuşma yapmasını isterdim, derdi ki “40 yıldır aynı şeyleri konuşuyoruz, ben artık bıktım. Oralarda konuşmam ama çiftçi toplantısı yapacaksak tabii yapalım” derdi. “Bir çiftçinin kafasında bir kıvılcım parlatsam, hayvanı daha iyi beslemesini, hayvanını hasta etmemesini sağlasam, ülkemiz için kazançtır” derdi. Ayrıca çok iyi bir konuşmacıydı, karşısındakini hemen etkiler, dikkatini hiç düşürmeden anlatırdı. Ölümünden sonra, konuşma yaptığı kitleyi iyi anlayıp onların ortalamasına göre konuşabilmek için uyguladığı bir sistem olduğunu öğrendim. Mimarımız anlattı bunu. Ona demiş ki; “Bir konuşma yapmadan önce kitlenin seviyesini ölçmek için onlara bir soru sorar, onların yanıtından seviyelerini anlar, konuşmamı hemen o seviyede anlatmaya başlarım.” Neymiş o sorduğu soru? Kibrit kutusunun ölçüsü… Hep şunu derdi; “Hem etki yaptığın kitle hem de içinde yaşadığın toplumun ortalamasını yükselttiğin zaman gelişmişlik olur. Yoksa her zaman dahi bireyler, her zaman süper eğitimciler olacak bir toplumda. Bizim görevimiz ortalamaya hitap etmek, ortalamayı yükseltmek.” O yüzden çiftçilerin anlayacağı dilden konuşurdu, çiftçiler de onu çok severlerdi.
Gençlere bilim dışı pek çok söylenti zerk ediliyor
Tarım ve hayvancılıkla uğraşanlarla çok iç içesiniz. Onlara dair bir anekdotunuzu anlatabilir misiniz?
Modern uygulamalar adı altında kadim bilgilerimizi yitirdiğimizi düşünüyorum. Şimdi dünyada eski zamanların tarımına dönmekle ilgili bir akım başladı. Ben de bu bölgenin yaşça büyüklerine sormaya başladım. “Sana hiç şöyle şeyler anlatıldı mı, mesela ayın şu zamanında şu yapılır, şu zamanında yapılmaz, hava şöyleyken şu yapılır veya yapılmaz.” Biri anlattı birkaç tane. “5 Mayıs’ın sabahına karşı yapraktaki çiği alırdık. Ondan yoğurt yapardık. Maya olarak kullanırdık.” dedi. “Sonra ay küçülürken budama yapılırdı bizde” dedi. Hatta tekerlemesi varmış. Sözlü kültür böyle aktarılıyor. “Peki, sen bunları çocuklarına anlattın mı?” “Hayır, hiç kimse sormadı ki…” dedi. Şimdi hayallerimden birisi bu bilgileri belgelemek, bunları tekrar toparlamak. TARIM 4.0 Teknoloji ve Etki Derneği diye bir derneğimiz var. Orada benim gibi düşünen arkadaşlarım da var. Bugün kimyasal kullanmadan yapılan üretime yönelik bir talep başladı, buna yönelik çalışmak lazım. Ayrıca küresel iklim değişikliği ile ilgili, hayvansal gıda tüketimiyle ilgili bilim dışı pek çok söylenti zerk ediliyor, özellikle gençlere. Bunların doğrularını anlatmak üzere proje planlarımız var.
KÖTÜ YÖNETİLİRSE TABİİ PARA KAZANAMAZ
Ülkemizde yıllar önce büyük bir holding hayvancılığa yatırım yaptı. Bu yatırımı duyduk ve temas kurduk. Kimse bu konuda bize geri dönmedi ve işletme kuruldu. İşletmeyi yabancı kişilere kurdurdular ve yönetimini de onlara terk ettiler. Biz kalktık, ziyarete gittik işletmeyi görelim diye. Başında holdingin artık emekliliği yaklaşmış bir yöneticisi vardı ve bize dedi ki; “Bütün süreçleri delege ettik.” Hiçbir şeyle ilgilenmiyorlarmış, bir tek mali sonuçlara bakacaklarmış. Sonunda o işletme başarısız oldu, kapatmak zorunda kaldılar ve şöyle bir şey yayıldı Türkiye’de; “Hayvancılıkta falanca holding bile para kazanamadı.” Bu bizi o kadar rahatsız etti ki. Bu holding başka bir sektöre, örneğin inşaata yatırım yapmış olsaydı ve batsaydı, kimse der miydi inşaattan para kazanılmıyor diye? Bizim sektörümüz söz konusu olduğu zaman böyle bir yaftalama var. “Buradan para kazanılmıyor.” Kötü yönetilirse tabii para kazanılmaz. Kötü yatırım, kötü yönetim, üstelik de tamamen milli ve kendi çıkarlarına da ters, oradaki hiç kimseyi de eğitmemişler, kendi adamlarını getirmişler. Bu beni çok üzmüştü. Neden bizim kendi insanımızın bilgisine, görgüsüne saygısı yok iş dünyamızın diye.