Dünya döndükçe tanımı yapılmaya devam eden bir kavram “AŞK”. Gerçekten var mı, yoksa aşk doktoru canım arkadaşım Mehmet Coşkundeniz’in dediği gibi kimyasal bir tepkime mi, yoksa hormonların size oynadığı oyun mu hala kesin bir yanıtı yok.
Buna cevap olmadığı gibi süresine dair ortaya atılan veriler de, iddiadan bir adım öteye geçebilmiş değil. Bizim lise yıllarımızda elden ele okuduğumuz “Aşkın ömrü 3 yıldır” diye bir kitap vardı. Okuduğum zaman da anlamamıştım, hala da anlayabilmem mümkün değil. Sonuçta yazar burada kendi yaşadığı duygu durumunu aksettirmiş, ancak herkeste bu ruh hali aynı zamansal periyotta nüksedecek değil.
Bana göre herkesin sevgi dili, aşkını gösterme ve yaşama biçimi farklı sevgili okur. Hatta dünyada yaşayan 7 milyar insan için, 7 milyar farklı sevilme biçiminden söz edebiliriz.
Ben mesela güzel bir yemekten ilk lokmayı aldığımda hep kalanı paket yapıp eve götürüp; oğluma ve eşime de yedirmek isterim. Ya da güzel bir şarkı dinlediğimde adını not alıp, onlarla beraberken de çalarım. Hava güzel olduğunda güneş çok parlaksa, güneşi alıp onlarla paylaşasım gelir. Çayın en güzel halini onlarla içmek, kitabın en vurucu sayfasını onlara okumak, en güzel rotaları onlarla çizmek isterim.
Mesela şimdi çok popüler oldu, çocuksuz tatiller. Kimse kusura bakmasın ama asla benlik değil! Evet benim çocuğum hayli hareketli olsa da, peşinden koşmaktan çok yorulsam da, onunla tatiller benim için extra yorucu olsa da yine de onsuz geçecek bir “kafa dinleme” tatili hayal bile edemem. Yorucu olsun, gürültülü olsun ama beraber olsun! Dünyanın en beyaz kumsalına da gitsem, en mavi sularına da yelken açsam o deniz kokusunu sevdiklerimle paylaşamazsam benim içim eksik kalır…
Köşe yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.