Faruk Şüyün
Turgay Kantük, Türk şiir geleneğini ve çağdaş dünya şiirini harmanlayan şiirler yazıyor, kendi dilini geliştirmiş usta bir şair. İlk şiir kitabı “İlk Gibi Son” ile 1991’de Behçet Necatigil Şiir Ödülü’ne değer görüldü. Mimar Sinan Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nü bitirdi, oyunlar yazdı, yönetmenlik yaptı. Rol aldığı tiyatro oyunlarından, TV dizilerinden ve filmlerden de tanıyoruz onu. Halen Bakırköy Belediye Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği’ni sürdürüyor.
Tabii ki şiir, şair ve yazı masası diyerek başlıyoruz:
“Sigara kâğıdı üzerine şiir yazan bir kuşağı örnek alarak geldik biz. O zamanlar bilgisayar ile çalışmak, cep telefonu ile not almak, ses kaydetmek gibi şeyler yoktu. Bulunduğumuz koşullar ne ise bulduğumuz dizeyi orada hemen not alırdık. Her şey onu kaçırmamak, devam ettirmek, geliştirmek üstüne kuruluydu.
Bu nedenle bir şairin masaya ihtiyacı yoktur. Çalışma masası yanındadır, kalbindedir, aklındadır, her yerdedir, kendi üzerinde taşır o masayı. Bütün masalar onundur; oturduğu bir kafe, bir çayocağı herhangi bir ortam çalışma masasına dönüşür. Elbette fiziki bir yazı masası da vardır. Onu, daha sonraki çalışma evresinde bulduğu şeyi geliştirmek, düzenlemek, temize çekmek için kullanır. Masa ona bir mesafe, yabancılaşma, yarattığı şeye dışarıdan bakma şansı getirir. Bu nedenle de masalar tabii ki önemlidir.”
Yazı masası üzerindeki objeler? Masa, şiir, obje ilişkisi?
“Şair nesne sever tabii ki, obje sever. Sevdiğimiz objeleri üstümüzde taşıdığımız gibi masamızda, onun etrafında, çalışma alanımızda bir araya toplar, onlarla birlikte olmaktan keyif alırız. Çoğu anı birikintisidir. Onları şiire katmak, hayatın içine yeniden sokmak şair için bir uğraştır. Bunun için de objeler çalışma odamızda bizimle birlikte yaşarlar ve o yaşanmışlıklar da yapıtlarımıza doğal olarak sızar.”
Hâlâ kâğıt ve kalemle yazıyor:
“Dolmakalem kullanıyorum daha çok. Siyah mürekkeple yazıyorum, mavi asla kullanmam. Sadece resmî kâğıtları imzalarken mecburen… Her şeyden sıkıldığımız gibi ara sıra renklerden de sıkılıyorum; şu günlerde bir dolmakalemimde yeşil mürekkep var. Onu da düzeltmelerde kullanıyorum.”
Farklı farklı dolmakalemleri var, farklı yerlerde kullanıyor:
“Böyle şeyler biraz fetiş nesnesi gibidir, hoşunuza giden şeylerdir, tutkulardır, alışkanlıklardır. Aslında çok çok önemli değillerdir, ama motivasyon kaynağıdırlar. Aslında her şeyle yazabilir insan. Her şeyle resim yapılabildiği gibi. Şiirde sözcüğün yanyana gelmesidir önemli olan.”
Bir dolap gösteriyor:
“Şu dolabın içinde 200’e yakın defter var. Gördükçe aldıklarım. Onlara yazmaktan imtina ediyor, yine bulduğum kâğıtları kullanıyorum. Toplamak, barındırmak bir hastalık aslında. Bunlardan hoşlanmakla ilgili bir şey.”
Şiirlerini defterlere yazıyor. Nasıl çalıştığını şöyle anlatıyor:
“Nereye neyle nasıl yazdığın hiç önemli değil. Önemli olan, ruhta kapladığı yer. Neyi anlattığınız, dert ettiğiniz, ne söylediğiniz önemli.”
Şair ve disiplin?
“Şairler çalakalem çalışan insanlardır romancı, hikâyeci gibi bir mesai sarf etmezler. Zamanla ölçülebilir bir disiplinleri yoktur. Esin dediğimiz o tuhaf şeyin yakalandığı ve geliştirildiği an, bir disipline ait değildir. Daha sonraki çalışma kısmı disiplinli olur.”
Sözcük çalışması yaptığını söylüyor:
“Şiirlerime girmemiş sözcükleri bulup derlemek, denizden çakıl taşı toplamaya benzer bir şeydir. Bende yok, bunu kullanmadım diye o sözcükleri biriktirir, kâğıtlara not alırım.”
Bir derleme çalışması da ona dokunan dizeler üzerine:
“Antolojik bir çalışma değil. O anda okuduğum bir dize bana dokunuyorsa, onu not alıyorum. Kimin olduğu da önemli değil, şiir de bende karşılığı olması önemli. Ancak, uzun yıllardır böyle dizeler bulmakta zorlanıyorum. Sözcük yığınlarından oluşan bir başka yapı var. Ben hâlâ gelenekle günümüz arasında bir ilişki kurulması gerektiğini düşünenlerdenim.”
Resim de yapıyor:
“Kendim için… Hâlâ sergi açmadım, açmayacağım da galiba.”
Masanın üzerinde bir cam hokka içinde bir kâğıt açacağı, bir büyüteç?
“Cam hokkayı kullanmıyorum. Ama çok hoş ve değerli bir obje. Büyüteç zaman zaman işe yarıyor, yaş ilerledikçe gözler köreliyor tabii.”
Eskiciden alınmış kocaman bir anahtar. Nereleri açıyor?
“Kentin anahtarı bana verilmiş gibi hissediyorum bazen. Aslında hiçbir yeri açmıyor, ama bir gün açar diye bulunduruyorum!”
Küçücük bir saat, tütün kullandığı zamanlardan kalan tabakalar, antika bir lamba ve denizatları:
“Çok doğa insanı mıyım bilmiyorum ama yeşili, doğayı hatırlatan şeylerin etrafımda olmasını seviyorum.”
Ağaçtan biblo fil?
“150’den fazla filim var, evde dağılmış bir vaziyette duruyor, görünmüyorlar.”
Kâğıttan kayık biçimdeki seramik obje:
“Şarkı sözlerini yazdığım bir albümün lansman hediyesi.”
Kütüphane raflarında çok sayıda Turgay’ın sevdiği renklerden biri olan mavi renkli objeler de dikkatimi çekiyor. Onların devamı da eve dağılmış.
Ve odanın bir köşesi bir bas gitara ayrılmış:
“Çok sevdiğim bir şey bas gitar çalmak, ama çözemedim. Birbirimizi çok sevemedik, ben onu uzaktan sevmekle yetiniyorum. Yetenekli genç bir müzisyenle karşılaştığımda hediye edeceğim, hiç olmazsa onun işine yarasın.”
Turgay’ın yazı masasında, çalışma odasında hatta evindeki tertip dikkatimi çekti. Şiirlerinde sözcüklerin; yıllarını verdiği tiyatroda sahne üstü düzenin dengesi, resimlerindeki kompozisyon arayışı hayatına da yansımıştı, yeniden görüşmek üzere vedalaşırken içim huzur doluydu.