Ulusal24 Haber Merkezi
Muhalif Ankara
Plan ve Bütçe Komisyonu, 2025 yılı merkezi yönetim bütçesi ve 2023 yılı Kesin Hesap Kanun Teklifi üzerinde görüşmelerine başladı. Görüşmeler sırasında CHP İzmir Milletvekili ve Plan ve Bütçe Komisyonu Sözcüsü Rahmi Aşkın Türeli, bütçe görüşme sürecinin daha sağlıklı yürütülmesi için 2023 yılına ait Kesin Hesap Kanun Teklifinin incelenmesi için Kesin Hesap Komisyonu kurulması gerektiğini, bunun iç tüzük değişikliği gerektiğini bu nedenle Kesin Hesap Kanun teklifinin incelenmesi için bir alt komisyon kurulması gerektiğini vurguladı.
Bütçenin görüşülmesi daha kapsamlı ve şeffaf bir süreçte yürütülmelidir
Bütçe görüşmelerinin bir maraton olduğunu, bu sürecin daha kapsamlı ve şeffaf bir şekilde sürdürülmesi için bu komisyona ihtiyaç olduğunu ifade eden Türeli, bütçenin vatandaşların temel ihtiyaçlarına yönelik yeterli kaynak ayırmadığını belirterek, ekonomik dengesizliklerin giderilmesi için kapsamlı yapısal reformlara ihtiyaç olduğunu vurguladı.
Geçen hafta içinde bir sunum aldık; Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bütçenin tümü üzerine bize bir sunum yaptı. Bugün itibarıyla biz de bütçe görüşmelerine başlıyoruz. Bu uzun bir süreç olacak ve bu sürece hep “maraton” benzetmesi yapıyoruz.
Genel Ekonomik Hedefler ve Yatırımlar tablosunun önceden dağıtılması görüşmelerin sağlığı açısından çok önemlidir
Komisyon görüşmelerine başlanılmadan önce Genel Ekonomik Hedefler ve Yatırımlar tablosunu içeren raporun zamanında dağıtılmamasının büyük bir eksiklik yarattığını daha önceden ifade ettiğini belirten Türeli, aynı durumun 2025 yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı için de geçerli olduğunu, bu dokümanlarda ayrıntılı bilgiler olduğunu, bütçenin görüşülmesine geçilmeden önce buradaki bilgilerin en az birkaç gün önce komisyon üyelerine ulaştırılması gerektiğini, bunun daha sağlıklı bir görüşme sistematiği açısından gerekli olduğunu vurguladı.
Cumhuriyetimizin 101 kuruluş yıl dönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını, Gazi Meclisin üyelerini, şehitleri ve gazileri saygıyla, rahmetle ve minnetle andığını belirten Türeli, “Cumhuriyeti yaşatmak, sonsuza kadar savunmak hepimiz için çok önemlidir; bu bilincin farkındayız ve bu çerçevede hareket etmeye devam edeceğiz.” dedi
Görüşmelere geçilmeden önce hem kesin hesap kanun teklifinin hem de Sayıştay’ın genel uygunluk bildiriminin, kesin hesap kanun teklifini sağlıklı bir biçimde görüşülmesine engel olduğunu düşündüklerini ifade ettiklerini belirten Türeli, 2023 yılı bütçesinin başlangıç ödenekleri ve yıl sonu ödenekleri arasındaki farkın izahının ne kesin hesap kanun teklifinde ne de Sayıştay’ın genel uygunluk bildiriminde yer almadığını, ödeneklerin artırıldıysa, hangi kanunlar çerçevesinde artırıldığını, ne tür kararlar alındığını ve bu ödeneklerin hangi alanlara harcandığının Sayıştayın Genel Uygunluk Bildiriminde yer alması ve ayrıntılarıyla görülmesinin gerektiğini belirtti.
Türeli; “Geçen yıl da belirttiğimiz gibi, önerimizi tekrarlıyoruz; kesin hesap kanun teklifinin ayrı bir komisyonda görüşülmesi daha uygundur ve doğrusu da budur. Tabii, bu bir İç Tüzük değişikliği gerektirmektedir, ancak geçen yıl sunduğumuz öneride olduğu gibi bir alt komisyon da oluşturulabilir. Çünkü, haziran sonu veya eylül ortasında Meclise sunulan kesin hesap kanun teklifine dair Sayıştay raporu daha önce incelenebilir. Bugünkü mevcut yapı içinde bu alt komisyon; hem kesin hesap kanun teklifini hem de Sayıştay’ın dört temel raporu ve kurumlar bazında hazırladığı diğer raporları sağlıklı bir biçimde inceleyebilir.” dedi.
Türkiye Ekonomisi ciddi bir krizden geçiyor. Türkiye’de ciddi bir kurumsal yapı çöküşü var. Değerlerin yıprandığı ve erozyona uğradığı bir tablo ile karşı karşıyayız
Türeli “Türkiye ekonomisi ciddi bir ekonomik kriz içinde. Ekonominin büyüme hızının yavaşladığı, işsizlik oranlarının yüksek seviyelerde olduğu, sadece dar tanımlı işsizlik değil, geniş tanımlı işsizlik ve atıl iş gücü açısından da olumsuz bir tablo görüyoruz. Diğer taraftan, gelir dağılımının bozulduğu, yoksulluğun arttığı ve enflasyonun kontrol altına alınamadığı bir süreçteyiz. Yaşanan bu ekonomik sıkıntılar önemli, ancak ekonomik sorunlar tek başına bir analiz yapma çerçevesinin ötesine taşınmalıdır. Ekonomide olduğu gibi sosyal ve siyasal alanda da ciddi bir çöküş yaşanmaktadır. Türkiye’de ciddi bir kurumsal yapı çöküşü var. Temel kamu hizmetlerinde, eğitimde ve sağlıkta piyasalaşma sürecinin hızlandığını gördük; en son yaşanan “özel hastane çetesi, yenidoğan çetesi” olayında olduğu gibi sistemde büyük boşluklar olduğu, gerekli denetimlerin yapılmadığı ve Türkiye’nin kurumsal yapısında ciddi bir çöküş yaşandığı ortadadır.İstihdam piyasasında sorunlar devam etmekte, suç oranları yükselmekte; çeteler, mafyalaşma her alanda yayılmakta, kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarları artmaktadır. Bu bütçeyi konuşurken aslında tüm bu sorunları da ele almamız gerekmektedir. Neden Türkiye böyle bir kurumsal çöküş içinde? Neden değerlerin yıprandığı ve erozyona uğradığı bir tablo ile karşı karşıyayız? Bu sorunlar ayrıntılı olarak ele alınmalıdır. Bu çöküş, yozlaşma ve çürüme etkisini ciddi anlamda göstermeye devam ediyor. Tabii ki bütçe konuşacağız, ancak tüm bu sorunların da gündeme gelmesi gerekiyor.” dedi.
Bütçeler kaynak dağıtım mekanizmasıdır
Türeli komisyondaki konuşmasında devamla, “Bütçe, bir kaynak dağıtım mekanizmasıdır. Bütçeler teknik metinler olmanın ötesinde, politik metinlerdir. Sonuç itibarıyla devlet, bütçeleme yoluyla vatandaşın gelirinin bir kısmını vergileme yoluyla alır ve bunu birtakım harcamalara tahsis eder. Burada vergiler, bu vergilerin kimlerden alındığı, hangi alanlara harcandığı ve bu harcamalardan kimlerin yararlandığı, ekonomi politik bir perspektiften ele alınmalıdır. Bu anlamda, bütçeler ikincil bir dağıtım mekanizması olarak görülür ve gelir dağılımında rol oynar. Buradaki tercihler hükümetlerin konuya nasıl yaklaştığını ve Türkiye’yi nasıl bir yöne doğru götürdüğünü gösterir. Bugünkü Türkiye’nin yaşadığı sıkıntılar ve çözülemeyen yapısal sorunlar bir kader değildir. Bu sorunlar, Türkiye’yi yöneten hükümetlerin bilinçli tercihleri sonucu ortaya çıkmıştır. Bu nedenle burada bu soruları sormaya devam edeceğiz.”dedi.
Onikinci Kalkınma Planı, OVP’ler arasındaki bağlantı kopmuştur. OVP ve Bütçe ülkenin temel sorunlarını çözebilecek perspektife sahip değil
Orta Vadeli Programın (OVP) bütçenin de çerçevesini oluşturan üç yıllık bir plan olduğunu ifade eden Türeli, Bütçeler, ülkenin temel sorunlarını çözebilecek bir perspektife sahip mi? Yoksa geçmiş yılların bütçelerinde olduğu gibi, yalnızca enflasyon oranında artırılan harcamalar ve gelirler ile mevcut yapıyı değiştirmeden, müdahalede bulunmadan, var olan düzeni koruyup sürdürmeye mi odaklanılmış?” diye sordu.
Bütçenin , Türkiye’nin içinde bulunduğu kurumsal çöküş ve yapısal sorunları çözebilecek bir perspektife sahip olmadığını ifade eden Türeli, “Orta Vadeli Program, bir kalkınma programı değil, yalnızca bir istikrar programı ve dikkat çekici olan, OVP’nin 12. Kalkınma Planı ile olan ilişkisinin tamamen kopmuş olmasıdır. Hatırlarsanız geçen yıl bütçe görüşmelerinde, 12. Kalkınma Planı ile Orta Vadeli Program arasında bir karşılaştırma yapmıştım; çünkü 12. Kalkınma Planı, 2024-2028 yıllarını kapsayan beş yıllık bir süreci içerirken, OVP yalnızca bu sürenin ilk üç yılını (2024-2026) kapsıyordu. Geçen yıl, OVP’nin üç yıllık çerçevesi ile son iki yılın aslında birbirinden kopuk olduğunu söylemiştim. Hatta benzetme yaparak “Herhâlde OVP’yi başka bir kadro, kalkınma planını ise başka bir kadro hazırladı; çünkü ikisi arasında bağlantı yok,” demiştim. Bu yıl gördük ki bu kopukluk daha da belirginleşti; eskiden beş yılın üç yılı OVP’yi kapsarken, şimdi dört yıl oldu ve kalan yıl ile de ciddi bir uyuşmazlık ve kopukluk bulunmakta.” dedi
Onikinci Kalkınma Planı ile OVP(2025-2027) hedeflerini mukayese eden Türeli; “Kalkınma planında öngörülen beş yıllık büyüme hızı ortalaması yüzde 5 iken, OVP hedefleri, büyüme açısından yüzde 4,25’e kadar düşüş gösteriyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) yeni raporunda 2024 yılı büyüme hedefini Türkiye için yüzde 3’e, 2025 yılı büyüme hedefini de yüzde 2,7’ye çekti. Bu verilere baktığımızda, 2024-2027 döneminde planın büyüme hedefleri gerçekleşmeyecek; 2028’de yüzde 10 civarında bir büyüme oranı beklenmekte ki bu, plandaki büyüme hızını yakalamak adına neredeyse imkânsız bir beklenti. İlginç olan, büyüme yavaşlarken, gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) ve kişi başına düşen gelirdeki artış öngörüsü. Plana göre, 2028 yılında GSYH 1 trilyon 589 milyar dolar olacaktı; ancak OVP’ye göre bu rakama bir yıl öncesinden, 2027’de 1 trilyon 774 milyar dolar olarak ulaşılacağı tahmin ediliyor. Kişi başına milli gelir ise 2028’de 17.554 dolar olacaktı, ancak OVP’ye göre bu rakam da 2027’de 20.420 dolar olacak. Bu nasıl mümkün olabilir? Sıcak para girişine dayalı yeni bir politikaya dönüş ve Türk lirasının değer kazanmasıyla bu rakamlar şişiriliyor gibi gözüküyor. Büyüme hızı yavaşlasa da dolar cinsinden milli gelir ve kişi başına düşen gelir bu hesapla artıyor. İstihdam artışı, kalkınma planında beş yıl için 4 milyon 984 bin kişi olarak öngörülmüş; yani yılda ortalama 997 bin kişi. Ancak OVP’de dört yıl için bu sayı 3 milyon 309 bin kişiye iniyor, yani ortalama yılda 827 bin kişiye düşüyor. Kalkınma planındaki rakama ulaşabilmek için, 2028 yılında 1 milyon 675 bin kişilik bir artış gerekli; bu ise neredeyse iki katı bir büyüme demek ve gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. Cari işlemler dengesine bakıldığında, kalkınma planında 2028 yılında 2,8 milyar dolar açık öngörülmüşken, OVP’de 2027 yılı için 22,6 milyar dolar açık hedeflenmiş. Yani 2027’den 2028’e 20 milyar dolarlık bir cari açık farkı mı olacak?”dedi
Bu örnekleri, kalkınma planlarının önemini vurgulamak amacıyla verdiğini ifade eden Türeli, “Kalkınma planları beş yıllık bir perspektif sunarken, OVP de onun orta vadeli bir dilimini oluşturur ve yıllık programlarla tamamlanır. Ancak, kalkınma planı ile OVP arasındaki bu kopukluk, kalkınma planlarının çöpe atıldığını düşündürüyor. Buradan anlaşılıyor ki, önümüzdeki OVP’ler Türkiye’nin kalkınmasını sağlayacak programlar değil; sadece birer istikrar programı niteliğindedir. Şu anki OVP’nin temel hedefi dezenflasyon, yani enflasyon hızının düşürülmesi ve kontrol altına alınmasıdır. Ancak Türkiye’nin kalkınmaya ihtiyacı var. Geçmiş yılların planlarına baktığımda, neredeyse her planda Türkiye’nin büyüme hedefi yüzde 7 olarak belirlenmiştir; bazı yıllarda bu oran yüzde 8’e kadar çıkmıştır. Ancak OVP’deki hedefler oldukça düşük kalmaktadır.” dedi.
2021 Eylül’den 2023 Mayıs’ına kadar olan dönem kayıp yıllardır
Dezenflasyon sürecine neden ihtiyaç duyulduğunu soran Türeli,”Türkiye “Orta Vadeli Program ile enflasyonu düşürelim” diyerek bu noktaya gelmedi; bu, bilinçli bir tercihin sonucuydu. Cumhurbaşkanının “Faiz sebep, enflasyon neticedir.” tezi doğrultusunda yürütülen yanlış ekonomi politikalarının sonucudur. Kendimizi aldatmayalım; bu yüksek enflasyonun sebebi dış dinamikler değil, Türkiye’nin uyguladığı yanlış politikalardır. Yanlış da olsa, ekonomiyi hızlandırmak için atılmış bir adımdır; ancak maliyeti çok yüksek olmuştur. Bu döneme “kaybolan yıllar” diyorum. 2021 Eylül’den 2023 Mayıs seçimlerine kadar geçen iki buçuk yıl boyunca büyük bir maliyet ödedik. Şimdi, yeniden enflasyonu tek haneye indirebilmek için yaklaşık iki buçuk yıllık bir sürecin daha gerektiği belirtiliyor. OVP’nin dezenflasyon hedeflerine ulaşma perspektifi iki unsura odaklanmaktadır: Toplam talebi kısmak ve enflasyonist süreci azaltmak için sıkı para politikası, sıkı maliye politikası ve sıkı gelir politikası uygulamak. Bu, insanların harcamalarını kısarak talebi azaltmak ve böylece enflasyonu düşürmek anlamına gelmektedir. İkinci unsur ise yüksek faiz politikası ile yurt dışından sıcak paraya dayalı bir ekonomi oluşturmaktır. Yani döviz girişi artarken, döviz kuru baskı altına alınacak ve maliyet yönlü enflasyon bertaraf edilecektir.”dedi.
OVP ve Bütçe herhangi bir yapısal reform içermemektedir
Tüm bu sürecin Cumhurbaşkanının “Faiz sebep, enflasyon sonuç” tezinin Merkez Bankası tarafından uygulanması ile başladığını ve bunun Türkiye’deki enflasyonun yüzde 19’dan yüzde 85’lere kadar yükselmesine yol açtığını belirten Türeli, “Döviz kurundaki artış, gelir dağılımındaki bozulma, yoksulluğun artması ve reel kesimin darbe alması bu politikanın sonucudur. Ekonomideki yavaşlama, sanayi üretimindeki düşüş ile büyüme hızındaki yavaşlama bize bu gerçeği gösteriyor. Ancak OVP’nin temel perspektifi dezenflasyon sürecine odaklanmaya devam ediyor; yapısal reformlar göz ardı ediliyor.OVP, Türkiye’nin büyüme yapısının yurt içi talebe dayalı olduğunu, daha çok özel tüketimin öncülük ettiğini belirtiyor. Ancak dış talep ve net ihracatın katkısı son derece sınırlı kalmaktadır. Cari açık, enflasyon gibi göstergeler göz önüne alındığında, OVP’nin ciddi bir yapısal reform içermediği açıkça görülmektedir. Orta Vadeli Programa (OVP) baktığımızda, 2025-2026-2027 yıllarında ekonominin yine büyük ölçüde yurt içi talebe dayalı olduğunu görüyoruz. Dış talebin ya da net ihracatın hemen hemen hiçbir katkısı yok, neredeyse sıfır düzeyinde. Cari açık ve enflasyon gibi göstergeler birbirine tutarsız, ayrıca orta vadeli programda ciddi bir yapısal reforma da yer verilmemiş.” dedi.
Faiz Giderleri hariç bütçe harcamalarındaki artış enflasyonun altında
OVP’yi gündeme getirmesinin nedeninin , bütçenin bu programın bir yıllık dilimini oluşturması olduğunu ifade eden Türeli, “Gerçi burada üç yıllık bir perspektif de var, fakat özellikle 2025 yılına odaklanmak daha anlamlı olur. İlginç olan şu ki bütçe açığı azalıyor; 2 trilyon liranın üzerinden 1 trilyon 931 milyar liraya iniyor. Yıl sonu TÜFE tahmini yüzde 17,5, ancak burada yıl sonu rakamları yerine ortalama rakamları esas almak gerekir; bu durumda, gayrisafi yurt içi hasıla deflatörünün devreye girdiğini görüyoruz.Ekonomideki tüm fiyatların ortalaması yüzde 33,9; yuvarlayarak yüzde 34 diyebiliriz. Harcamalardaki artış ise enflasyonun deflatörün altında, yüzde 31,4 seviyesinde. Faiz dışı harcamalar daha da düşük, yüzde 28,9, ancak faiz giderlerinde yüzde 50,2’lik bir artış söz konusu. Bu da, izlenen politikanın Türkiye’yi yeniden yüksek faizlerle karşı karşıya bıraktığını gösteriyor. Personel giderleri yüzde 29,8 oranında artarken, sermaye giderleri (yani yatırım) yalnızca binde 8 oranında artış göstermiştir. Bu durum, ekonominin büyümesi ve potansiyelini gerçekleştirebilmesi açısından ciddi bir sorun teşkil ediyor; çünkü Türkiye’nin sermaye stokunu artırması, bunun için de yatırımların güçlü olması gerekiyor. Ancak yatırımlar neredeyse sıfır seviyesine gelmiş durumda, bu da büyük bir problem yaratıyor.
Kamu-Özel İş Birliği (KÖİ) modeliyle yapılan harcamalar devam ediyor. 2025 yılında köprüler, otoyollar ve şehir hastaneleri için KÖİ modeli ile yapılacak harcamaların tutarı 204,2 milyar lira. Bu rakam, 2025-2026-2027 yılları toplamında 689,1 milyar liraya ulaşıyor.
Tarımsal desteklerin milli gelir içindeki payı binde 2,2
Tarımsal desteklere gelince, bu miktar 135 milyar lira, yani GSYH’nin binde 2,2’si. Tarım Kanunu’nun 21. maddesine göre, bütçeden tarıma ayrılan desteğin GSYH’nin en az yüzde 1’i olması gerekiyor. Ancak, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, burada tarımsal yatırımları da hesaba dahil ederek bu rakamı daha yüksek göstermiş. Oysa bu yatırımlar, ayrı bir kalem olarak değerlendirilmeli. Tarıma ayrılan transfer niteliğindeki doğrudan destek geçen yıl 91,6 milyar lira iken, bu yıl 135 milyar lira olup GSYH’nin yalnızca binde 2,2’sine denk gelmektedir; yüzde 1’e ulaşmamaktadır. Kredi sübvansiyonları ve tarımsal yatırımlar gibi kalemleri bu hesaba eklemek yanlış bir yaklaşımdır. “ dedi.
Sosyal Yardımlar yetersiz
Sosyal yardımların milli gelirin yalnızca yüzde 1’i kadar olduğunu belirten Türeli, “Uzun zamandır Türkiye’de sosyal yardımların yetersiz olduğunu söylüyoruz; OECD ortalaması yüzde 2,5 iken, bizde bu oran hâlâ yüzde 1 seviyesinde. Rakamlar veriliyor ancak bunları orantılayarak değerlendirmek lazım.” dedi.
Kur korumalı mevduattan kaynaklanan zarar devam ediyor
Kur korumalı mevduatın yarattığı zararın sürdüğünü ifade eden Türeli, “ En son Merkez Bankası Başkanı burada sunum yaparken sormuştuk, net rakamları alamadık ama Merkez Bankası bilançosundaki verilerden hareketle bu zararın 300 milyar lirayı aştığını tahmin ediyoruz. Geçen yıl, Merkez Bankası 830 milyar lira zarar açıkladı; kamu ve özel bankaların çok yüksek kârlar açıkladığı bir ortamda Merkez Bankasının zarar etmesinin nedeni açıktır. 2021 Eylül’de “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” teziyle devreye giren kur korumalı mevduat, 2021 yıl sonunda Türkiye’yi büyük bir yük altına sokmuştur ve bu zarar artarak devam ediyor. O dönemde bu sistemin “saatli bomba” olduğunu söylemiştik; gerçekten de ciddi bir problem ve servet transferine neden oluyor. Türkiye’deki mevduat yapısına baktığımızda, 1 milyon liranın üzerinde mevduatı olanların oranı yüzde 1’den bile düşük.”dedi.
Çalışanların Vergi Yükü artıyor
Vergi gelirlerinin ekonomideki yükünün artmaya devam ettiğini ifade eden Türeli, “ GSYH deflatörü yüzde 33,9 iken vergi gelirlerindeki artış yüzde 46,5 seviyesinde. Merkezi yönetim bütçesi açısından vergi yükü 2021 yılında yüzde 16,1 iken 2023’te yüzde 17’ye, 2025’te ise yüzde 18,1’e çıkıyor. Kamu kesimi açısından baktığımızda bu oran 2023’te yüzde 23 iken 2025’te yüzde 24,1’e yükseliyor. Dolaylı vergilere dayalı bir vergi yapısı devam ediyor; vergi yükünün yüzde 65’i dolaylı vergilerden oluşuyor. Harcamalar enflasyonun altında artarken, vergi gelirlerinin enflasyonun üstünde olduğu bir yapı var. Vergi harcamalarına yönelik bir düzenleme yapılmadı. 2025 yılında vergi istisna, muafiyet ve indirimlerinden dolayı vazgeçilen vergiler 3 trilyon 5 milyar lirayı buluyor; bu, bütçe açığının yüzde 50 üzerinde bir miktar. Bu tablo, artan vergi gelirleri ile ülkenin mali yükünün büyük bir kısmının vatandaşın sırtında olduğunu gösteriyor ve bu yük daha da artacak.Kapsamlı bir vergi reformuna ihtiyaç olduğu açık. Yakın zamanda Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na kaynak sağlamak için çıkarılan torba kanunda, bir “katılma payı” adı altında vergi niteliğinde bir düzenleme yapılmıştı. Kredi kartı limitlerinden bile para alınıyordu; kamuoyu ve muhalefetin tepkileri üzerine geri çekildi. Bu durum, ekonomide büyüme ve üretim kapasitesi açısından büyük sorunlar olduğunu gösteriyor. Türkiye, sağlıklı bir şekilde büyüyebilecek bir yapıya kavuşmak zorunda, ancak OVP ve mevcut perspektif içinde bu hedefler görülmüyor.” edi.
Maaş ve ücret artışları beklenen enflasyona göre yapılacak
Böyle bir yapıda, “sıkı para politikası, sıkı maliye politikası ve sıkı gelirler politikası” uygulanması gerektiğinin belirtildiğini ifade eden Türeli, “ Hazine ve Maliye Bakanının açıklamalarına göre, maaş ve ücret artışları gerçekleşen değil, beklenen enflasyona göre yapılacak. Tarım kesiminde ise OVP şöyle diyor: “Tarımsal ürünlerin alım fiyatları, program hedeflerine göre, geçmiş enflasyona endekslemeyi azaltacak şekilde belirlenecektir.” Tarım kesimi ise maalesef ithalata bağımlı hale geldi ve temel ürünlerde fiyatlar maliyetlerin altında belirleniyor. OVP’de belirtilen tüketici kredileri ile uyumlu bir dezenflasyon süreci, kredi kartı limitlerinin gerçek gelirle uyumlu hale getirilmesi gibi önlemler, vatandaşın harcama yapmasını sınırlayarak talebi azaltmayı amaçlıyor. Ancak, zaten bu politikaların yükünü çeken milyonlarca insan daha fazla bu yükü kaldıramaz.” Dedi.
Emeğin milli gelirden aldığı pay sürekli düşüyor
Türeli komisyonda yaptığı konuşmada, “Emeğin milli gelirden aldığı pay 2016’dan 2022’ye kadar 10 puan düşmüş durumda. 2023’te Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) düzenlemesi ve kıdem tazminatlarının etkisiyle bu oran biraz yükselmiş gibi görünse de, genel eğilim aşağı yönlü. OECD’nin verilerine göre Türkiye, gelir dağılımında en bozuk ülkeler arasında yer almakta. Orta Vadeli Program’da (OVP) ise güvencesiz istihdamı ve yeni nesil çalışma modellerini öngören kısmi çalışma, uzaktan çalışma, geçici süreli ve kısa süreli işler yer almakta. Ancak biz her zaman şunu söylüyoruz: Türkiye’nin sağlıklı bir istihdam yapısına kavuşması için Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) standartlarına uygun bir iş hayatı oluşturulmalı. Sendikalaşma oranı yüzde 15’lerde ve bunun önemli bir kısmı kamu sendikalarından oluşuyor. Ancak bu sendikaların toplu sözleşme yapma ve grev hakları yok. Ayrıca, iş cinayetleri dediğimiz iş kazalarında artış yaşanmakta; madenlerden inşaat sektörüne kadar birçok alanda ciddi oranda kazalar oluyor. Türkiye’nin ihtiyacı olan, ekonomiyi büyütecek, yatırımları ve istihdamı artıracak, ihracatı güçlendirecek bir kalkınma programıdır. Ancak, görüşmekte olduğumuz bu bütçe ve OVP, var olan bozulmuş dengeleri düzeltmeye yönelik değil, bu dengesizlikleri daha da artıracak nitelikte. Vergi artışları oldukça yüksek ve vergi gelirlerinin yüzde 65’i dolaylı vergilere, yani harcamalar üzerinden alınan ÖTV ve KDV gibi vergilere dayanıyor. Bu durum, mevcut sorunları daha da artırıyor” dedi.
Bu bütçede vatandaş için bir şey yok!
Kurumsal çöküş yaşanırken, devlet yönetiminin liyakatten uzaklaşmış bir hâlde olduğunu ifade eden Türeli, “Bu kriz, yalnızca ekonomik değil; sosyal, siyasal, etik ve ahlaki bir krizdir. Bütçeler, bu dengesizlikleri gidermek için bir araç olmalı. Bütçeler hem ekonomiye hem de sosyal hayata müdahale imkânı sunar. Ülkenin büyümesini ve kalkınmasını sağlamak, milli geliri artırmak, bu geliri daha adil dağıtmak, belirli sektörleri ve bölgeleri ön plana çıkarmak, sınıfsal dengeleri gözetmek bir bütçenin asli amaçları olmalıdır. Ancak bu bütçe, bu hedeflerin hiçbirini gerçekleştirmiyor. Vatandaşlar “Bu bütçede bizim için ne var?” diye soruyor. Ben de açıkça ifade ediyorum: Bu bütçede sizin için hiçbir şey yok. Bu bütçe, geçmiş yıllarda hazırlanmış bütçelerin bir benzeri olarak karşımızda duruyor. Türkiye büyük bir ekonomik kriz içinde olmasına rağmen, bu kriz görmezden gelinerek geçmiş bütçelerin hemen hemen aynı hali yine önümüze getiriliyor. Mevcut ekonomik yapının yarattığı dengesizlikler daha da artarken, bu dengesizliklerin çözümü için gerekli yapısal reformlara ne OVP’de ne de bütçede yer verilmiş. Türkiye’nin ithalata bağımlı üretim ve ihracat yapısını değiştirmek, kapsamlı bir vergi ve harcama reformu gerçekleştirmek şart. “Tasarruf tedbiri” diye bahsedilen önlemler ortada yok. İstihdam piyasasındaki sorunlar çözülmeli, imalat sanayisi Türkiye’de yeniden etkin hale getirilmelidir; çünkü imalat sanayisi, ekonominin lokomotif sektörüdür. Teknoloji yoğunluğu yüksek sektörlerin ekonomideki payı sadece yüzde 3, yıllardır aynı. Bu oran, sizin iktidara geldiğiniz dönemde de yüzde 3’tü, bugün de yüzde 3. Daha çok düşük ve orta düşük teknolojili sektörlerde kısmi bir artış var. Ancak, bunların düzeltilmediği ve değiştirilmediği bir yapının Türkiye’ye faydası yok.” dedi